Etiket arşivi: osmanlı

Osmanlı Devleti’nde Tımar Sistemi

Osmanlı Devleti’nde Tımar Sistemi

Osmanlı İmparatorluğu’nun idari ve ekonomik yapısını anlamak için tımar sistemini incelemek oldukça önemlidir. Bu sistem, Osmanlı’nın askeri ve ekonomik gücünün temel taşlarından biriydi ve devletin toprak düzenini belirlemede büyük rol oynadı.

Tımar Sisteminin Temelleri

Tımar sistemi, fethedilen toprakların verimli bir şekilde yönetilmesi ve devletin mali ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla oluşturulmuştu. Bu sistemde, devlet toprakları “tımar” adı verilen bölümlere ayrılır ve bu toprakların yönetimi belirli kişilere verilirdi. Tımar sahipleri, bu toprakların gelirlerini toplama hakkına sahip olurken, karşılığında devlete belirli miktarda asker (sipahi) sağlamakla yükümlüydüler.

Tımar Çeşitleri

Tımar sistemi, büyüklüğüne ve sağladığı gelir düzeyine göre farklı kategorilere ayrılıyordu:

  1. Küçük Tımarlar (Kılıç Tımarı): Yıllık geliri 3.000 akçeye kadar olan tımarlardır. Bu tür tımarlarda, tımar sahibi bir ya da birkaç asker yetiştirmekle yükümlüydü.
  2. Orta Tımarlar (Ziamet): Yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan tımarlardır. Bu tımarlarda, tımar sahibi daha fazla asker yetiştirir ve bölgesel yönetimde önemli bir rol oynardı.
  3. Büyük Tımarlar (Has): Yıllık geliri 100.000 akçeyi aşan tımarlardır. Bu tür tımarlarda, tımar sahibi hem çok sayıda asker yetiştirir hem de devlet yönetiminde önemli görevler üstlenirdi.

Tımar Sistemi ve Askeri Güç

Tımar sistemi, Osmanlı ordusunun temel taşlarından biri olan sipahi sınıfının oluşmasında büyük rol oynadı. Sipahiler, tımar sahiplerinin yetiştirdiği ve savaşa hazır tuttuğu askerlerdi. Bu sayede, Osmanlı İmparatorluğu geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasına rağmen, hızlı bir şekilde asker toplayabiliyor ve bu askerleri etkin bir şekilde kullanabiliyordu.

Tımar Sistemi ve Ekonomi

Ekonomik açıdan tımar sistemi, devletin merkezi bütçesine önemli katkılar sağladı. Tımar sahipleri, topladıkları vergilerle hem kendi geçimlerini sağlar hem de devlete vergi öderlerdi. Bu sayede, devletin ekonomik gücü artar ve toprakların verimli bir şekilde işletilmesi sağlanırdı.

Tımar Sisteminin Zayıflaması

  1. yüzyılın sonlarına doğru, tımar sistemi çeşitli nedenlerden dolayı zayıflamaya başladı. Merkezi otoritenin zayıflaması, tımar sahiplerinin gelirlerini ve asker toplama kapasitelerini olumsuz etkiledi. Ayrıca, artan nüfus ve ekonomik değişimler, tımar sisteminin sürdürülebilirliğini zorlaştırdı. Bu süreçte, tımar sistemi yerini giderek merkezi vergilendirme sistemine bıraktı.
  2. Osmanlı Devleti’nde Tımar Sistemi

    Osmanlı İmparatorluğu’nun idari ve ekonomik yapısını anlamak için tımar sistemini incelemek oldukça önemlidir. Bu sistem, Osmanlı’nın askeri ve ekonomik gücünün temel taşlarından biriydi ve devletin toprak düzenini belirlemede büyük rol oynadı.

    Tımar Sisteminin Temelleri

    Sistem Nasıl İşliyordu?

    Tımar sistemi, fethedilen toprakların verimli bir şekilde yönetilmesi ve devletin mali ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla oluşturulmuştu. Bu sistemde, devlet toprakları “tımar” adı verilen bölümlere ayrılır ve bu toprakların yönetimi belirli kişilere verilirdi. Tımar sahipleri, bu toprakların gelirlerini toplama hakkına sahip olurken, karşılığında devlete belirli miktarda asker (sipahi) sağlamakla yükümlüydüler.

    Tımar Sahibinin Yükümlülükleri

    Tımar sahipleri, belirli bir bölgenin vergilerini toplama yetkisine sahipti. Ancak bu yetki, tımar sahibine aynı zamanda bazı sorumluluklar da yüklüyordu. Bu sorumluluklar arasında şunlar bulunuyordu:

    • Asker Yetiştirmek: Tımar sahipleri, bölgesel güvenliği sağlamak ve savaşa katılmak üzere belirli sayıda asker yetiştirmek zorundaydılar.
    • Toprak Yönetimi: Tımar sahipleri, toprağın verimli bir şekilde işlenmesini ve vergilerin düzenli bir şekilde toplanmasını sağlamakla yükümlüydüler.
    • Adalet ve Düzenin Sağlanması: Tımar sahipleri, kendi bölgelerinde adaletin sağlanmasında ve düzenin korunmasında da sorumluydular.

    Tımar Çeşitleri

    Tımar sistemi, büyüklüğüne ve sağladığı gelir düzeyine göre farklı kategorilere ayrılıyordu. Bu çeşitlilik, sistemin esnekliğini ve farklı bölgelerde farklı ihtiyaçlara cevap verebilme kapasitesini artırıyordu.

    Küçük Tımarlar (Kılıç Tımarı)

    Küçük tımarlar, yıllık geliri 3.000 akçeye kadar olan tımarlardır. Bu tür tımarlarda, tımar sahibi bir ya da birkaç asker yetiştirmekle yükümlüydü. Küçük tımarlar, genellikle daha küçük ve daha az verimli toprakları kapsardı.

    Orta Tımarlar (Ziamet)

    Orta tımarlar, yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan tımarlardır. Bu tımarlarda, tımar sahibi daha fazla asker yetiştirir ve bölgesel yönetimde önemli bir rol oynardı. Ziamet sahipleri, daha geniş toprakları yönetir ve daha büyük bir askerî kuvvet oluştururdu.

    Büyük Tımarlar (Has)

    Büyük tımarlar, yıllık geliri 100.000 akçeyi aşan tımarlardır. Bu tür tımarlarda, tımar sahibi hem çok sayıda asker yetiştirir hem de devlet yönetiminde önemli görevler üstlenirdi. Büyük tımarlar, genellikle en verimli ve stratejik öneme sahip toprakları kapsardı.

    Tımar Sisteminin Askeri Gücü

    Sipahi Sınıfı

    Tımar sistemi, Osmanlı ordusunun temel taşlarından biri olan sipahi sınıfının oluşmasında büyük rol oynadı. Sipahiler, tımar sahiplerinin yetiştirdiği ve savaşa hazır tuttuğu askerlerdi. Bu sayede, Osmanlı İmparatorluğu geniş bir coğrafyaya yayılmış olmasına rağmen, hızlı bir şekilde asker toplayabiliyor ve bu askerleri etkin bir şekilde kullanabiliyordu.

    Askeri Strateji

    Tımar sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri stratejisini destekledi. Sipahiler, hem yerel güvenliği sağlamak hem de sefer zamanında merkezi ordulara katılmak üzere eğitilirdi. Bu sistem, ordunun sürekli hazır ve disiplinli olmasını sağladı.

    Tımar Sisteminin Ekonomik Gücü

    Vergi Toplama

    Ekonomik açıdan tımar sistemi, devletin merkezi bütçesine önemli katkılar sağladı. Tımar sahipleri, topladıkları vergilerle hem kendi geçimlerini sağlar hem de devlete vergi öderlerdi. Bu sayede, devletin ekonomik gücü artar ve toprakların verimli bir şekilde işletilmesi sağlanırdı.

    Tarımsal Üretim

    Tımar sahipleri, toprakların verimli bir şekilde işlenmesini teşvik ederdi. Bu durum, tarımsal üretimin artmasını ve ekonomik refahın sağlanmasını destekledi. Tarımın verimli işlemesi, halkın ihtiyaçlarının karşılanması ve ekonomik istikrarın sağlanması açısından kritik öneme sahipti.

    Tımar Sisteminin Zayıflaması

    İç Dinamikler ve Merkezi Otoritenin Zayıflaması
    1. yüzyılın sonlarına doğru, tımar sistemi çeşitli nedenlerden dolayı zayıflamaya başladı. Merkezi otoritenin zayıflaması, tımar sahiplerinin gelirlerini ve asker toplama kapasitelerini olumsuz etkiledi. Ayrıca, artan nüfus ve ekonomik değişimler, tımar sisteminin sürdürülebilirliğini zorlaştırdı.
    Mali Sorunlar ve İsyanlar

    Tımar sisteminin zayıflamasıyla birlikte, devletin mali kaynakları da daralmaya başladı. Bu durum, yerel isyanlara ve merkezi otoritenin daha da zayıflamasına neden oldu. Tımar sahiplerinin gelirlerinin azalması, onların devlete olan sadakatlerini de zayıflattı.

    Merkezi Vergilendirme Sistemine Geçiş

Sonuç

Tımar sistemi, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve ekonomik gücünü destekleyen önemli bir yapı taşıydı. Bu sistem sayesinde, Osmanlı Devleti hem geniş topraklarını etkili bir şekilde yönetebildi hem de güçlü bir ordu kurabildi. Ancak, zamanla değişen koşullar ve iç dinamikler, bu sistemin zayıflamasına ve sonunda terk edilmesine yol açtı.

Osmanlı – Safevi ve Memmük İlişkileri Ders Notu Kısa

İSLAM DÜNYASINDA HÂKİMİYET KURULMASI

(I. Selim) Yavuz Sultan Selim (1512-1520) 8 Yıl

Osmanlı-Safevi İlişkileri

Safevi Devleti, rakip gördüğü Osmanlıyı Şiilik propagandasıyla yıpratmak istiyordu.

Çaldıran Savaşı (1514): Doğu’da siyasi otoriteyi sağlamak isteyen Yavuz, Çaldıran Ovası’nda Türk Safevi ordusunu bozguna uğrattı. Şah İsmail, savaş meydanından kaçtı.

Çaldıran Savaşı Sonuçları

– Van, Tebriz, Musul, Erbil ve Kerkük ele geçirildi.

– İpek Yolu’nun hâkimiyeti Osmanlıya geçti.

– Anadolu’da Safevi ve Şii tehlikesi kırıldı.

Turnadağ Savaşı (1515): Memluk’ülere bağlı Dulkadiroğulları Beyliği’ne son verdi. Maraş, Elbistan ve Göksu alındı.

Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Özet

Osmanlı-Memlûklu İlişkileri

– Yavuz, Cem Sultan’ı himaye etmeleri, Türk-İslam dünyasının lideri olmak istemesi, Kutsal yerleri,  halifelik makamını ve Baharat Yolu’nu almak istemesi gibi sebeplerden dolayı Memlûk Devleti üzerine Mısır seferine çıktı.

– Mercidabık Savaşı(1516): İki Türk ordusu arasındaki savaşta Memlûk’lüler yenildi. Memlûk Hükümdarı Kansu Gavri savaş alanında öldü.

Ridaniye Savaşı (1517): Sina Çölü’nü geçerek Memlûk ordusuyla Kahire’de yapılan Savaşı Osmanlı kazandı. Memlûklu Devleti’ne son verildi.

Mısır Seferinin Sonuçları

* Suriye, Filistin, Hicaz ve Mısır Osmanlıya katıldı.

* Kahire ve Mekke’deki kutsal emanetler Topkapı Sarayı’na nakledildi.

* Osmanlı Halifeliğin kendisine geçmesiyle İslam dünyasının lideri oldu.

* Baharat Yolu ve Kızıldeniz Osmanlıların denetimine girdi.

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözünden Osmanlı

* Seyyah ne demektir? En ünlü seyyahımız kimdir?
Eski çağlarda ülke ülke gezen, gördüklerini duyduklarını seyahatname denilen eserlerine yazan gezginlere verilen ad. Evliya Çelebi, yazdığı 10 ciltlik Seyahatnamesi ile; bilinen en ünlü seyyahtır. Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Bir toplumun kültürünü anlamanın en önemli yollarından biri de seyahatnamelerdir. Bu seyahatnamelerde Türklerin inançlarından musikilerine, giyim tarzlarından yemeklerine, gelenek göreneklerinden edebiyatlarına, oyunlarından mimari eserlerine kadar toplumun kültür öğeleri ile ilgili bilgilere ulaşabiliriz. Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

* Osmanlıların(Türklerin) kültür öğeleri(hamam, Kahve…) neden Avrupalıların ilgisini çekiyor?
Çünkü Türkler-Müslümanlar onlardan çok farklı bir medeniyet, kendi kültürlerinde olmayan-farklı olan ögeler onların daha fazla ilgisini çekmiştir. sosyal bilgiler

“Evlerin güzel odaları misafirlere ayrılır, onl ara güzel ve mükellef sofralar kurulur, misafire kendisi istemeden ikramda bulunmak büyük görev kabul edilirdi. Yabancı biri bile tanrı misafiri olarak görülüp, ağırlanırdı.”

* Bir seyahatnamedeki bu paragrafta Türklerin hangi kültürel özelliği vurgulanmaktadır?
Konukseverlik (misafirperverlik)

Aile bireyleri, akrabalar, uzakta bile olsalar bayram gibi önemli günlerde ziyaret edilir. Birkaçının hep bir ağızdan konuşmayıp yalnız birinin söz söyler, Dinleyen de söz bitene kadar güzel bir dikkat hâlindedir.

* Bir seyahatnamedeki bu paragrafta Türklerin hangi kültürel özelliği vurgulanmaktadır?
Birbirlerine ve büyüklere(yaşlılara) saygı

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı

Türklerde eller, yüzler ve ayaklar tertemizdir. ‘Temizlik imandan gelir’ sözü de bunun dini bir gereklilik olduğunu göstermektedir. Kişisel temizlik için hemen her mahallede bulunan hamama haftada bir kez gidilirdi…”

* Bir seyahatnamedeki bu paragrafta Türklerin hangi kültürel özelliği vurgulanmaktadır?
Temizliğe önem vermeleri Osmanlı ülkesinde hayvanlara karşı da ayrı bir sevgi-merhamet vardır. Leylekler, kırlangıçlar kovulma korkusundan uzak, Türklerin evlerine yuva yapabilirler. Köpekler sürüler hâlinde sokaklarda dolaşır. Onlara kötü davrananın vay hâline! Sokaklarda kedilere et atan çok insan görebilirsiniz.. Saray, ev gibi yerlere kuşların barınması için kuş evleri kurmuşlardır.

Günümüzde Hollanda’nın sembollerinden biri olan lale, Avusturya elçisi Busbecq (Busbek) tarafından Avrupa’ya götürülmüştür. Seyahatnamesinde de Türklerin çiçeğe aşırı derecede düşkün olduğunu yazmıştır.

“Dört imparator tarafından yapılan dört büyük caminin etrafı hayrat ile doludur. Paşalar da hayrat bırakırlar. Kasabalar ve tenha yol kıyılarına yolcular için kervansaraylar yaptırır, yollar açtırırlar. Su olmayan yerlere çeşmeler ve tuvaletler yaptırırlar. İmaret haneden, yoksullara yemek dağıtılır. Buralardan istifade edenler “Allah yaptırandan razı olsun.” demeden edemezler.“ sosyal bilgiler

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı devleti özet

* Bir seyahatnamedeki bu paragrafta Türklerin hangi kültürel özelliği vurgulanmaktadır?
Cömertlik -hayırseverlik

Türk tüccarı müşterisine karşı son derece kibar. Zorlama, üsteleme, kavga yok. Hemen hemen her gün bedestene(?) gidiyordum. Bizdeki alıcı ve satıcıların birbirlerini aldatmaya kalkışmalarına burada hiç rastlamadım. Paranın üstünü tam olarak geri veriyor, tartıyı dürüstçe yapıyor ve tartarken terazide yuvarlak ağırlıklar kullanıyor. Satıcı, malına bir fiyat söylüyor. Alıcı ise bu fiyattan aşağı bir fiyat veriyor. Verilen üçüncü fiyatta ya uyuşuyorlar yahut da alıcı çekip gidiyor.

Ezan okununca herkes camiye koşuyor. Esnaf dükkânlarını kapatmayıp biraz sonra geri döneceklerini belirtmek için kapılarının önüne bir bez çekiyorlar. “

* Bir seyahatnamedeki Bu alıntıda, alışveriş kültürü hangi özellikler anlatılıyor?
Müşteriye karşı kibar ve dürüst olmaları, satıcı ile müşterinin fiyat üzerine pazarlık yapmaları, mesleklerini ahlak ile yapmaları…

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

“19. yy.da Türk evleri, genellikle aynı model yapılmıştır; iki katlıdır ve kafesli pencereleri vardır. Evleri boyamak için genellikle sarı, pembe ve açık mavi tercih edilmiş, eşyalarını çoğunlukla koyu kırmızı renkte, gösterişten uzak, sadedir…”

Hepsinde bir kenarda yüksek bir sedir var. Bu sedirin üzerine kumaşla kaplı ya da saten kaplı şilteler konuyor, bir uçtan bir uca yastıklar diziliyor. Yere güzel bir halı ya da kilim seriliyor. Uyku vakti gelince yataklar getirilir, yere serilir. Pencereler kafesli ama camsız. Bizdeki gibi masa, sandalye… yok Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

“Onların en sık yedikleri, pilav adını verdikleri yemektir. Üzerine kavurma denilen pişmiş sığır-koyun etini koyarak yerler. Üzüm, vişne gibi kuru yemişleri sıcak suda kaynatıp toprak tabaklar içine koyarlar. Yanında ise sulandırılmış sarımsaklı yoğurdun içinde yüzen salatalık parçaları sunuluyor(?). Yemek zamanı gelince yere sofra adı verilen deriden yuvarlak bir masa örtüsü yayarlar. Ekmeği(bazlama) parçalara bölerek dağıtırlar, sonra da sofranın etrafına ayaklarını altlarına alarak otururlar. Bismillah yani “Allah’ın adıyla” diyerek yemeğe başlarlar.”

Türkler, günün her saatinde kahve içerler, Kahveyi cezvede pişirir, porselen fincanlara koyarlar. Kahve yanında bir bardak su ve lokum ile servis edilir. Farklı dinlerden, milletlerden halk, kahvenin büyük kazanlarda pişirildiği kahvehanelere gider, kahve içer, sohbet ederler. Kahvehanelerde, nargile ve tütün de içilir; musiki icra edilir, dama-satranç oynanır, kukla oynatılırdı.

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

“Osmanlılarda eğlenceler özellikle Ramazan ayında ve Ramazan – Kurban Bayramlarında tertip edilirdi. Karagöz-Hacivat, Ortaoyunu, Meddah gösterileri, cambazlar, hokkabazlar, musiki dinletileri, havai fişek gösterileri, hayvan oynatıcıları vardı. En sevilen eğlenceler salıncak ve dönme dolaptı. Birçok yerde salıncaklar kurulmuştu. 30 gün süren ramazan eğlencelerinde tophanede toplar atılır, limandaki gemiler düdüklerini öttürür, minareler arasına mahyalar asılırdı.” Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Meddah, bir sandalyeye oturarak, izleyenlere komik masallar, destanlar anlatır, aksesuarları sopa-baston ile mendildir.

Bayramlarda herkes en yeni-temiz giysilerini giymiş, yaya olarak ya da arabalarla gezintiler yapmıştı. Bayramlarda küsler, dargınlar birbiri ile öpüşüp-barışıyorlar… Seyyahların Gözüyle Osmanlı özet

Osmanlı Devleti Erken Dönem Mimari Sanat Tarihi

metal-kaliteli-osmanli-armasi*Erken Dönem (1299-1453):

*Kare planlı kubbe örtülü bir harim ile önündeki üç bölümlü son cemaat yerinden oluşan İznik Hacı Özbek Camii(1333) bilinen en erken tarihli Osmanlı camisidir

*Osmanlı mimarlığı, Hacı Özbek Camii’nden başlayarak kubbeli ana mekânı geliştirmek ve onu tüm yapıya hakim kılabilmek için çeşitli denemeler ve arayışlar içerisine girmiştir. Bu açıdan ilk büyük adım kubbeli harim ve üç bölümlü bir son cemaat yerinden oluşan İznik Yeşil Camii (1378-1392) ile atılmıştır

*Erken devrin her birimi eş büyüklükte yirmi kubbe örtülü çokdestekli ve eş üniteli camilerinin en anıtsal örneği Yıldırım Beyazıt zamanında inşa edilen Bursa Ulu Camii (1396-1398)’dir.

*Zaviyeli cami: Kuruluş yılları ile birlikte önemli örnekleri görülen bu yapı tipi, belirgin bir gelişim çizgisi içerisinde klasik döneme kadar inşa edilmiş, klasik dönemin ortalarından itibaren inşa edilmez olmuştur. Okumaya devam et

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi Anadolu Selçuklu Devleti zamanında  Anadolu’daki limanlar (Sinop, Antalya ve Alanya) vasıtasıyla Suriye, Mısır, Kırım ve Avrupa ile mal mübadelesi gerçekleştirilmiştir. Osmanlı Devleti İktisat Tarihi -Osmanlı Beyliği, özellikle Akdeniz ve Karadeniz sahillerindeki beylikleri ele geçirdikçe Osmanlı deniz kuvveti oluşmaya ve deniz yolu ulaşımı gelişmeye başlamıştır. Karasi, Saruhan, Aydın, Menteşe ve Candaroğlu donanma ve tersanelerinin Osmanlı deniz gücü haline gelişiyle ortaya çıkan bu süreç, 14. yüzyıl boyunca tedricen gerçekleşmiştir.-Osmanlılar, Rumeli’ye geçişlerinin ardından Gelibolu’yu Osmanlı donanmasının üssü haline getirdiler. Yıldırım Bayezid döneminde Antalya ve Alanya ele geçirilerek (1391) Akdeniz’deki etkinlik artmıştır.-15. yüzyıl sonlarına kadar Karadeniz, Osmanlıların tamamen hâkimiyet kurdukları bir deniz haline gelmiş ve Akdeniz’de Venediklilere karşı başarılı mücadeleler verilmiştir.-Akdeniz, I. Selim ve I. Süleyman zamanlarında tekrar Müslüman bir imparatorluğ un hâkimiyetine girmiştir.-Osmanlı nüfuzunun iyice artması neticesinde bölgede kendi başına hareket eden korsanlar, Osmanlı Devleti’nin denetimine girdiler. -Coğrafi keşişere kadar Doğu-Batı ticareti kara ticaret yolları vasıtasıyla gerçekleşmekte ve kesinlikle Osmanlı topraklarından transit geçiş yapılmak zorundaydı.-16. yüzyılda Portekizlilerin, Hint Okyanusu’ndaki hâkimiyetlerini pekiştirmek amacıyla Hintli ve Arap gemicilere yönelik yanlarında Portekizli yetkililerden alınmış himaye belgesi bulundurmadıkça seyrüsefer yapamayacaklarına dair kısıtlamaları bu ülke ile Osmanlı İmparatorluğu’nu karşı karşıya getirdi.-Benzer mücadeleler Basra Körfezi üzerinde de yaşanmış; körfez, İran, İngiltere, Portekiz ve Osmanlı Devleti arasında güç mücadelelerine sahne olmuştur.-19. yüzyılda buharlı gemiler devreye girmiştir.-Yaygın olarak kullanılan kürekli gemiler  arasında karamürsel, üstüaçık, atkayığı, şayka, firkate, kalite, kadırga, mavna, baştarda ve çekeleve sayılabilir. –Kalyon, ağrıbar, şalope ve ateş gemisi de yelkenli gemilere örnektir Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

 

Odun, at gemileriyle (atkayığı) taşınıyordu.-Karamürsel, iğrib, şayka, firkate ve kadırga gibi kürekli gemiler ile kalyon ve burtun gibi yelkenliler Mısır-İstanbul arasında saray zahiresi taşımaktaydı.-Robert Fulton’un, 1797’de Paris’te inşa ettiği istimbotu Seine nehrinde yüzdürmesinin

ardından, buharlı makinenin yelkenlilerde denenmesiyle ortaya çıkan ilk başarılı uygulama, 1807’de yine Fulton tarafından gerçekleştirildi.

-Bu noktada asıl gelişme, 1819’da, buharlı bir gemiyle okyanusun geçilmesiyle yaşandı. Ondan daha önce, 1814’te ise, ilk buharlı savaş gemisi denize indirilmişti.-1828’de İngilizler tarafından padişaha satılan Swift isimli gemi, Osmanlılara ait ilk buharlı gemidir. Halkın “buğu gemisi” olarak tanımladığı  bu gemiyle padişah II. Mahmud, 1829 yılında meşhur Tekirdağ seyahatini gerçekleştirmiştir.-İstanbul’da boğaz ulaşımı büyük oranda pereme denilen kayıklarla yapılmaktaydı-Devlet tarafından 1843’te “Hazine-i Hassa Vapur Kumpanyası” kuruldu.-Toplu taşımada ikinci proje, 19. yüzyılın ortasında, İstanbul halkına 20. yüzyılın ortalarına kadar hizmet verecek olan fiirketi Hayriye’nin, Âlî, Fuad ve Cevdet paşalar tarafından kurulmasıyla hayat buldu.

-Osmanlı coğrafyası nehir ulaşımı için yeterli potansiyele sahip değildi. Anadolu’da yalnızca Fırat ve Dicle’de gerçek anlamda seyrüsefer yapılabiliyordu.

Fırat  nehirde seyrüseferi zorlaştıran bir etken de yerel aşiretlerin saldırıları yani güvenlik sorunuydu. Bu nehir kıyısında yaşayan Ebu Riş bedevileri ile şattülarap’taki küçük adalarda hayatlarını sürdüren ve Osmanlıların “Cezayir Arapları” diye adlandırdıkları grup bu tür saldırıların geldiği kaynaklardan ikisiydi.

Fırat’ın taşımacılıkta aktif kullanımı, Basra’yı ele geçiren Muntafık aşiretine karşı yapılan seferde bu nehrin kenarında olan Birecik Tersanesi kullanılmıştı.

Nil Nehri, Mısır’da en fazla ticarete konu olan tahıl (özellikle de pirinç) ve keten taşımacılığında üretici ve tüccarlara avantaj sağlamaktaydı.

Tuna  Nehri ,hem askeri amaçlarla hem sivil ulaştırma hizmetlerinde tercih edilen bir nehirdi.-Osmanlılar, karayolu ulaştırması için altyapı çalışmalarını önemsemişler; yollar yanında buraları n güvenliğini sağlayan ve bazı ihtiyaçları gidermeye imkân veren derbent ve menziller kurmuşlardır.

Derbentler, bir bölgenin ve yolun emniyetinin sağlanması bakımından önemli bir tesis olmaları yanında, ıssız yerlerin şenlendirilmesi için iskân vasıtası olarak da kullanılmışlardır.-Derbentleri ayrıca kale mahiyetinde olanlar (ribatlar), vakıf şeklinde bulunanlar, han ve kervansaray olarak kullanılanlar, köprü civarlarında bulunanlar şeklinde dört başlık altında sınışamak da mümkündür.-İpek Yolu, Çin’de Zian’dan başlayıp Taklamakan ve Gobi çöllerini geçerek önce Türkistan’a sonra Kaşgar, Taşkent, Semerkant, Buhara ve Merv üzerinden Hazar’ın güneyine ulaşmaktaydı. Tahran ve Tebriz’den sonra Anadolu topraklarına giren bu yol,

Erzurum-Kayseri-Ankara istikametinden İstanbul’a ulaşmaktaydı. Boğaz’ı geçen yol, Via Egnatia’yı takip ederek Avrupa içlerine uzanmaktaydı.

Via Egnatia, Adriyatik’ten İstanbul’a ulaşımı sağlamak için Roma İmparatorluğu zamanında inşa edilen, Draç (Durres)’tan başlayıp İstanbul’a ulaşan ve Osmanlıların Sol Kol olarak adlandırdıkları yoldur.

Baharat Yolu, Hindistan ve Endenozya’daki limanlardan başlamakta, deniz yoluyla Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ne ulaşılıp mallar burada karaya çıkarılmaktaydı.

Bursa merkezli olan kervan yol ağı,İstanbul’dan Halep’e ve fiam’a ulaşan ve tüccarların yanı nda hacıların da kullandığı bu yol Akşehir, Konya ve Adana’yı geçerek Karanlık Geçidi’ne ulaşıyor, oradan da önce Halep’e sonra fiam’a uzanıyordu.

Halep’teki birçok ticarî malın deniz yoluyla uzak mesafelere ulaştırılması da mümkündü. Bunun için İskenderun ve Payas limanları ile birlikte Trablusşam tercih edilmekteydi.

-Osmanlı ulaştırma sisteminde karayolları ile deniz yolları birbirine bağlıydı. Çoğu karayolu Alanya, Antalya, İzmir, Sinop, Trabzon ve Varna gibi bir limanda bitmekteydi

-Osmanlı dönemi yollarında, kısa mesafeli ulaşımda deve, at, katır ile öküz, camus veya beygirlerin çektiği arabalar kullanılmıştır.

Yol yapım ve bakım hizmetlerinin daha düzgün yürütülebilmesi için 25 Temmuz 1867’de Menâfi Sandıkları kurulmuştur. Kaynak olarak a’şârdan belli bir oranda pay ayrılmıştır.

-26 Ağustos 1869’da yol inşa ve bakım masraşarının karşılanması için bir nizamname yayınlanmıştır.

*Nizamname ile din adamları, muallimler, sakatlar dışındaki 16-60 yaş arasındaki erkekler ile bütün yük ve araba hayvanlarına bulunduğu yöredeki yol ve köprü yapım ve onarımında bedenen veya bedelen4 günlük çalışma zorunluluğu getirilmiştir.

Dersaadet, Hicaz, Basra, Trablusgarp, İşkodra vilayetleri ile Bingazi sancağı bu yükümlülükten muaf tutulmuştur.

II. Abdülhamid zamanında bütün Anadolu’yu baştanbaşa dolaşacak bir karayolu ağının (şose şebekesinin) projelendirilip tatbikata geçirildiği bilinmektedir.

Batıda ilk başarılı demiryolu 1830’da açılmıştır. 1840’lardan sonra demiryolları İngiltere’nin başlıca şehirlerini birbirlerine bağlar hale gelmiştir.

-Osmanlılarda ilk demiryolu girişimleri, Islahat Fermanı’nın yabancı sermayeye imkân tanımaya başlamasıyla oldu.

-İlk demiryolu ağı II. Abdülhamid zamanında  İzmir-Aydın hattının inşasıyla gerçekleştirilmiştir.

İlk demiryolu ağının imtiyaz sahipleri  İngiliz idi

1870 senesinin başında Rumeli fiimendiferleri fiirketi ve Rumeli fiimendiferleri İşletme fiirketi adıyla iki şirket kuruldu ve Anadolu ve Rumeli Demiryolu inşaatına başlandı.

Aşar, Arapça bir kelime olan öşrün çoğuludur. Onda bir demektir. Üründen alınan şer’î verginin adıdır.

OSMANLI İKTİSAT TARİHİ  6. ÜNİTE ÖZET

Para bir ekonomik yapı içerisinde üç temel fonksiyon üstlenmektedir: Değişim aracı olma, hesap birimi olma ve değer muhafaza aracı olma.

Mal para: hem mal olarak kullanıldığında bir değere sahip olan, hem de değişimaracı olarak kullanılabilen nesnelerdir. Mal para için en iyi örnek altındır.

İtibari para: bir mal olarak değeri bulunmayan, ancak mal ve hizmetlerin satın alınmasında bir değer ifade eden nesnelere itibari para adı verilmektedir. Günümüzde de- ğişim aracı olarak kullandığımız kâğıt parçalarının mal olarak hiçbir değeri söz konusu değildir.

Paranın ticareti de yapılmaktadır. Bu ticaret, bir taraftan mevduat toplamak ve diğer taraftan da bu toplanan paraları ihtiyacı olanlara kredi olarak vermek şeklinde olur.

Klasik dönem, ekonomilerin tarımsal üretime dayalı olduğu, ülke topraklarının sahibi olan devletinekonomik faaliyetleri organize ettiği ve

denetleyebildiği, gelirin oluşumuna ve yeniden dağılımına doğrudan müdahale edebildiği ekonomik bir yapılanmanın söz konusu olduğu çağları

ifade etmektedir.Klasik dönemde Osmanlı para ve Şnansman piyasasında yalnızca metal paralar dolaşımdaydı. Bu dönemde hesap birimi olarak akçe kullanılmıştır.Akçe ya da akçayı Batılı kaynaklar yunanca aspron kelimesinden esinlenerek, asper ya da aspre olarak belirtirler. Bu terim,

  1. yüzyılda Irak Selçukluları tarafından kullanılmıştı.

Osmanlılar kendi adlarına ilk sikkeyi İlhanlıların Anadolu’daki egemenliklerinin sona ermesinden sonra, Orhan Bey zamanında bastırdılar.

Mangır, mankur ya da pul adı verilen bakır sikkeler, küçük hacimli alış verişlerde kullanılan, bozuk para hükmündeki

küçük paralardır.

Mangır itibari para idi ve dolayısıyla serbest darp hakkı yoktu.

Para basımını darphane denilen işletmeler yapmaktaydı.

Osmanlı Devleti yabancı sikkelerin tedavülüne izin vermekteydi. Dolaşımdaki diğer paralar iki büyük gümüş paraydı: Hollanda kaynaklı esedi kuruş ve İspanya kaynaklı real kuruş.

Osmanlı tarihinin en popüler altın parası ise Türkçede yaldız altunu diye adlandırılan Venedik dükası oldu. Şori de denilen düka altınlarının üzerine, dolaşımına resmi olarak izin verildiğini gösteren (şah) damgası vurulmuştur.

Osmanlıların kendi adlarına bastırdıkları ve sultani ya da hasene-i sultaniye adı verilen ilk altın sikkeler, Fatih Sultan Mehmet döneminde basıldı.

Fransız kralı Louis adına basılan “Louis sikkeleri”, Osmanlı ekonomisinin bozuk para ihtiyacını karşılıyor ve Osmanlı kadınının takı talebine cevap veriyordu.

Altın sikkeler, tüccarlar tarafından büyük ödemeler yapmak için kullanılıyordu; gümüş sikke para düzeninin temel taşını oluşturuyordu; mangırlar ise günlük alışverişlerde çokça kullanılıyordu.

En erken dönemlerden itibaren Osmanlı sisteminde piyasadaki para miktarını artırmak için başlıca şu üç yöntem kullanılmıştır:

1 -Bunu darphanelerde kıymetli madenlerden ve eski sikkelerden yeni sikkeler kestirerek yapmıştır. Bunalım dönemlerinde, saraydaki veya özel şa hısların ellerindeki altın ve gümüş eşyanın darphaneye gönderilip para darbında kullanılması istenebiliyordu.

2 -Tahta yeni çıkan sultan, eski sikkelerin tedavülünü yasaklayarak, kendi sikkelerini darp ettirirdi. Bu tecdid-i sikke siyaseti olarak adlandırılırdı.

3- Bunların mümkün olmadığı durumlarda tağşiş uygulaması devreye sokulmuştur. Tağşiş, madenî paranın değerinin değerli maden içeriğinin azaltı larak düşürülmesi işlemidir. Tağşiş uygulamalarına en çok Fatih döneminde rastlanmaktadır.

Tağşişin çeşitli amaçları vardır:

*Bütçe açıkları ve devletin ek gelir sağlama ihtiyacı duyması gibi mali nedenlerle; *ekonominini para talebinde meydana gelen artış nedeniyle tedavüldeki para miktarını artırma ihtiyacının ortaya çıkmasıyla;

*Bazıtoplumsal kesimlerden kâr elde etme amacıyla gelen enşasyon taleplerini karşılama amacıyla;

*Darphanelerin kötü işletilmeleri nedeniyle;

Tedavüldeki madenî paralarsık kullanımdan dolayı eskidiği için sikkelerin kenarlarının kırpılması zorunluluğu nedeniyle tağşiş yapılmıştır.

1844 tarihinde Tashih-i Sikke işlemiyle 100 gümüş kuruş 1 altın liraya eşit kabul edilmiştir.

Osmanlılar poliçeye benzeyen süftece ve kitabu’l-kadı (kadı mektubu) diye adlandırılan belgeleri sıklıkla kullanmaktaydılar.

Süftecelerin temel amacı, uzun mesafeli ticareti ve fon akışını kolaylaştırmaktı. Süfteceler nakit kadar sağlam kabul edilmekteydiler. Osmanlılar süfteceyi devletin mali işlemlerinde bile kullandılar.

Kitabu’l-kadı eski bir alacağı tahsil etmek amacıyla düzenlenen kadı mektubudur. Bununla vekili bazı şartlarla bu belgeyi alıp, borçlunun borçlusundan parasını tahsil edebilirdi.

Havale , yazılı talimatla uzak bir kaynaktan ödeme yapılmasına olanak sağlamaktaydı.

İslâm dininin faizi yasaklamasına karşın, bu yasakları aşmak hususunda “çifte satış” modeli gibi çeşitli yollar keşfedildi         ğinden, Osmanlı kentlerinde ve yakın çevresinde yoğun kredi ağlarının geliştiğini, kredi arzının yüksek olduğunu ve teşvik edildiğini görüyoruz.

Taşınır servetin, yani özellikle nakit paraların vakfedilmesi, Osmanlıların tabi olduğu İslam hukukunun tartışmalı bir konusudur. Bununla birlikte, Osmanlılar bu kurumu yaygın şekilde kullanmışlar ve para vakışarını önemli kredi ve Şnansman

kurumları olarak yaşatmışlardır.

Bir diğer kredi kurumu olarak, yasal olmasa da realite olduğu tartışılmaz bir varlık olarak tefecileri görmekteyiz.

İstanbul’da sadece özel kişilere değil, devlete de kısa vadeli borç verebilen Rumlar ve Yahudiler, en büyük sarraşar arasındaydılar

Osmanlı lar için “çifte satış” modeli, “para vakışarı”, “mudarebe” bu engelleri aşmanın en yaygın kullanılan yöntemleri olmuştur

Mudarebe yönteminde sermaye sahipleri sermayelerini, onu işletecek ve elde ettiği kârdan önceden üzerinde anlaşılmış bir oranı yatırımcıya geri verecek bir ortağa teslim etmekteydiler.

Müfavaza iş ortaklığı, ortakları sermaye, emek, kâr ve sorumluluk açısından eşit kabul ediyordu.

İnan (müşareke) ortaklığı ,Bu ortaklığın en önemli özelliği, her ortağa farklı miktarda yatırım yapma izninin verilmiş olmasıdır.

Vücuh ortaklığı ise parasız ortaklık olarak biliniyordu ve sermayesi olmayan ancak iyi bir şöhreti olan iki ortağın Şnans ihtiyacını karşılamak için düzenlenmekteydi.

Malikâne düzeninde kontratı ömür boyu satın alan kişinin, bir peşin ödemeden (muaccele) başka her yıl belirli bir miktar ödeme (müeccele=taksit) yapması bekleniyordu.

Malikâne düzeni, malikâneciler öldükten sonra kontratlar tekrar devlet denetimine dönmediği için, vergi gelirlerinin azalmasıyla sonuçlandı.

Vergi gelirlerindeki bu kayıp üzerine mali bürokrasi Eshâm adı altında yeni bir iç borçlanma yöntemi geliştirdi.

Eshâm yönteminde, bir vergi kaynağı çok sayıda paya bölünerek, payların her biri muaccele olarak adlandırılan sabit yıllık geliri sağlamak üzere

alıcılara satılmaktaydı.

İstanbul darphanesinde basılan büyük gümüş sikkelere, Polonya zlotisinden ayırt etmek için cedid zolota adı verildi.

Gresham Kanunu olarak da bilinen “kötü para iyi parayı kovar” ilkesi, halkın her zaman itibarı yüksek parayı stoklama, yani

piyasadan çekme, itibarı düşük parayı da kullanma, yani piyasaya sokma eğiliminde olduğunu söyler.

  1. Mahmud dönemindeki en büyük tağşişten sonra, gümüş Osmanlı parası pula dönüştü.

Tashih-i ayar olarak adlandırılan ve gümüş mecidiye ile altın mecidiyenin temel para birimleri olarak kabul edildiği operasyonda belirlenen sikke standartları, Osmanlı Devleti’nin son günlerine kadar değişmeden korundu.

Mecidiyenin tedavüle çıkarılmasıyla birlikte, yabancı paraların tedavülü yasaklanmıştır.

1880 yılından itibaren tüm bakır paralar dolaşımdan kaldırılmış, sadece altın ve gümüş

para ve bozuk para yerine de “metelik” kullanılmaya başlamıştır.

Bimetalizm altın ve gümüşten oluşan iki metalli sistemi, monometalizm ise altından ibaret sistemi ifade eder.

Osmanlı’da ilk kâğıt paralar “kaime” adıyla 1840’da tedavüle çıkarılmıştır.

Kaime kelime olarak uzun bir kâğıdın üzerine yazılan ferman demektir. İlk kâğıt paralar da uzun bir kâğıdın üzerine el yazısı ile yazılmaktaydı ve halkı alıştırmak için %8 faiz vermekteydi.

Bazen kaime-i muteber-i nakdiyye ya da kısaca kaime, bazen de evrak-ı nakdiyye denen eshâm, aslında devlet tahvili idi.

Kaimelerin tedavül müddeti 8 sene olarak belirlenmiştir.

Tefecilik yapan ve para piyasası işlemlerinde uzmanlaşan sarraşar, Galata bankerleri olarak adlandırılan büyük sermayedarlara dönüştüler

Bankerler Osmanlı devletinin teşvik ve desteğiyle imparatorluğun ilk bankası olan Dersaadet Bankası’nı (Banque

de Constantinople) faaliyete geçirdiler.

1863 yılında Fransız ve İngiliz sermayesi tarafından Bank-ı Osmani-i Şahane (Osmanlı Bankası) kuruldu.

Yerli banka olarak Ziraat Bankası (1888) ve Emniyet Sandığı da bu dönemlerde kurulmuşlardır.

Yastık altındaki para, bankacılık sistemine güvensizlik sebebiyle kişilerin bankalara yatırmak yerine kendi imkânlarıyla muhafaza ettikleri, sisteme sokmadıkları para demektir

Borsa 13 Nisan 1866 tarihinde çıkarılan bir kararname ile kurularak, Galata’da faaliyete geçmiştir.

Galata piyasasında kambiyo işlemleri ile uğraşan tüccarlarla görüşülmüş ve neticede önde gelen  tüccarlardan Jacques Alleon ve Emmanuel Baltazzi ile 2 yıllık bir süre için kambiyo istikrarı uygulaması konusunda anlaşmaya varılmıştır.

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti ekonomi Tarihi

Şirket-i Maliye’nin öncelikli amacı İngiliz sterlinini 110 kuruşta tutmak ve Avrupa’ya poliçe göndermek, toplam 10 sene içerisinde mağşuş (karışık, hileli) sikkeyi piyasadan çekmekti.

Altı vergi anlamına gelen Rüsûm-ı sitte, damga, içki, balık avı, tuz, tütün ve ipekten alına vergileri toplu olarak ifade etmektedir.

Rüsûm-ı sittenin alacaklılara tahsisini organize etmek için Düyûn-ı Umumiye idaresi kurulmuştur.

Birinci Dünya Savaşı yıllarında kambiyo işlemlerini denetlemek amacıyla Kambiyo Muamelâtı Merkez Komisyonu kuruldu ve Osmanlı parasının yabancı paralar karşısında istikrarı sağlandı.

Borçlar konsolide edildiğinde, farklı vade ve faiz oranlarına tabi borçlar, tek vade ve faiz oranı altında birleştirilmiş olur.

Düyun-ı Umumiye İdaresi sayesinde Avrupalı alacaklılar borç ödemelerinin eksiksiz olarak ve zamanında yapılmasını sağladılar.

Moratoryum, devletin borçlarını ödeyemez duruma geldiğini ilan etmesidir.

Osmanlı Devleti’nin Avrupa para piyasalarından yeni fonlar bulmasını imkansız hale getiren 1873 borsa krizlerinin yol açtığı moratoryum ilanı  , Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştır.

Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulmasından sonra Osmanlı Devleti, Avrupa para piyasalarında tahvil satarak ülkeye soktuğu miktarın iki katı dış borcu ödeyebilmiştir.

  1. Abdülhamid’in isminin özellikle anılması gerekmektedir. Çünkü demiryolu yapımı bu padişahı n temel politikalarından biriydi. Sirkeci ve Haydarpaşa garları O’nun yaptırdığı önemli binalardır. Yine ülkedeki tüm demiryolu ağının % 73.4’ü II. Abdülhamid zamanında inşa edilmiştir.

Demiryolu imtiyazı verilirken tercih edilen en önemli yöntem olan teminat usulüdür. Bu garanti, demiryolu geçen vilayetlerin aşar gelirleri idi. Düyûn-ı Umûmiyye alacaklılar adına bu yerlerin aşar gelirlerini topluyordu.

İzmir-Aydın hattının yapımı Batı Anadolu’da İngiliz sermayesini güçlendirmiş, bölgenin İngiltere ile ticareti hızla büyümüş, İngiliz sermayedarlar madencilik, sanayi ve belediye hizmetleri alanlarında yatırımlara yönelmişlerdir.

Hicaz Demiryolu projesi, finansmanıyla, inşaatıyla, tasarımıyla, İslam âleminden toplanan bağışlarla tamamen yerli bir girişimin eseridir.

İstanbul, raylı sistemlerin uygulandığı ilk şehir olması açısından demiryolu tarihinde dikkat çekici bir yere sahiptir

İaşecilik, ülke içinde mal ve hizmet arzının mümkün olduğu kadar bol, kaliteli ve ucuz olmasını sağlamaktır. Mal ve hizmet üretenler önce

kendi ihtiyaçlarını karşılamalı, ondan sonra da kademeli olarak bütün toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeliydiler.

Klasik dönem Osmanlı iç ticareti kaza merkezli idi.

Merkezinde cuma mescidi yahut ulu cami tabir edilen büyük bir caminin ve çarşının bulunması, gerek Selçuklu gerekse Osmanlı şehirlerinin karakteristik bir özelliğiydi.

Muhtesip bir devlet görevlisi olarak, çarşının idaresinden sorumluydu.

Kadı, temel tüketim maddeleri için satış fiyatlarının belirlenmesinde yetki sahibiydi.

Üretim, ticaret ve esnaşa ilgili davaların çözüm yeri yine kadılıklardı.

*Kadılar, gerek ilgili davalara bakarken gerekse fiyat tespiti (narh),

*kethüda tayini, dükkân sayılarının belirlenmesi gibi iktisadî hayatı doğrudan ilgilendiren konularda karar verirken halkın ihtiyaçlarının karşılanmasını yani arz-talep dengesinin korunmasını (iaşecilik), yerleşik uygulamaları (gelenekçilik) ve devletin malî çıkarlarını (fiskalizm)dikkate alırlardı

Osmanlılarda çarşılar, genellikle, bezestan veya bedesten adı verilen kapalı çarşıların etrafında toplanırdı.

Bedestenlerin idaresi bedesten kethüdalarındaydı

Çarşının güvenliğini ise belgelerde müstahfız, didebân olarak geçen bekçiler sağlamaktaydı.

  1. yüzyılda İstanbul’da bulunan yaklaşık 1.100 esnaf birliği Eski Bedesten (Kapalıçarşı), Sandal Bedesteni,

Mısır Çarşısı, Yeni Çarşı, Uzun Çarşı, Esir Çarşısı ve Tavuk Pazarı gibi büyük çarşılarda toplanmışlardı.

Bursa’da, ipek alım satım fiyatlarının oluşumunda bedesten tüccarları söz sahibi olmuşlardır.

Ülke genelindeki kıymetli maden ve mücevher piyasasının belirlenmesinde de Cevahir Bedesteni’ndeki kuyumcu ve sarraşarın rolleri büyüktür.

Toptan ticaret kapan denen pazarlarda yapılırdı.

Osmanlı lonca sistemi, en basit manada, aynı mesleği icra eden esnafın örgütlendiği kurum olarak tarif edilebilir.

İslâmî geleneğe dayanan Osmanlılarda, tüccarın ihtikâra (karaborsacılık) tevessül etmesi şiddetli şekilde yasaklanmış olmasına rağmen zaman zaman bu yola başvuranlar olabiliyordu.

  1. yüzyıl boyunca ithalat ve ihracattan %3 vergi alınıyordu.

İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi’ne göre vergi oranları, ithal malları ve transit malları için %3, ithalatçıların ödediği dâhili gümrükler %2, ihracat malları için ise %12 olarak belirlenmişti.

Osmanlı Devleti İktisat Tarihi

Osmanlı Devleti İktisat

Bu anlaşmayla Osmanlı ticaret rejimi dünyadaki en serbest rejimlerden biri olma özelliği kazanmıştı.

Gedik tabiri, gerek esnafın dükkân açma ve işletme hakkına sahip olduğunu, gerekse dükkân yahut imalathanedeki gerekli üretim araçlarını ifade etmek üzere kullanılıyordu.

Osmanlıların dış ticaret politikası, iktisadî dünya görüşlerinin iki temel prensibine göre şekillenmiştir: Provizyonizm (İaşecilik) ve Fiskalizm (Gelircilik).

Piyasalarda bol, kaliteli ve ucuz mal bulunmasını sağlamak olarak tarif edilebilecek iaşecilik ilkesi,

Devlete ait nakdî gelirleri mümkün olduğu kadar yükseltme ve ulaştığı düzeyi koruma olarak tanımlanabilecek

fizkalizm ilkesi,

Ülke ihtiyaçları tamamen karşılanmadıkça hiçbir malın ihracına izin verilmezdi. İhracatı kısıtlayan bu yaklaşım ham madde ihracını da kapsadığı için yerli sanayin gelişimine, ülke içinde ham madde bolluğu yaratarak katkıda bulunmuştur.

Kabotaj hakkı Küçük Kaynarca Antlaşması’na  kadar Osmanlı Devleti’nin tekelinde olmuştu.

Venedik 16. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı Devleti’yle en büyük ticaret hacmine sahip Batılı devletti.

Fransızlar, çeşitli dokuma, kâğıt, zücaciye vb. malları Osmanlı ülkesine ihraç ediyor; pamuk, bez, halı, baharat, esans, kimyevî maddeler ve tiftiği ülkelerine ithal ediyorlardı.

I.Süleyman ,  Anthony Jenkinson adlı bir İngiliz’e Osmanlı ülkesinde ticaret yapma izni vermişti

Vasco da Gama Ümit Burnu’nu geçerek Hindistan’a ulaştı.

Coğrafî keşişer sonucunda dünya ticaretinin Akdeniz’den Atlantik’e ve okyanuslara kaymakta olduğunun ve bunun en büyük zararının kendilerine dokunacağının bilincinde olan Osmanlılar, var güçleriyle ticaret yollarının değişmesini önlemeye, en azından etkilerini mümkün mertebe azaltmaya çalıştılar.

Osmanlılar, Portekizlilere karşı Kızıldeniz’de ve Hint Okyanusu’nda mücadele ettiler.

Amerika’nın keşfinden sonra Avrupa’ya ulaşan gümüşlerin para arzı- nı çoğaltması sebebiyle Batı’daki fiyatların genel seviyesi Osmanlı ülkesinden yüksekti.

Batı’da mal fiyatlarının yüksekliği Osmanlı ülkesinden Batı’ya doğru bir kaçak mal akımı oluşturmuşken, Güney ve Doğu’da kıymetli maden fiyatlarının yüksekliğ i de bu taraşara doğru kıymetli maden ve para akımına sebep olmuştu.

İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, Batı Avrupa ülkelerini düşük maliyetlerlebüyük üretim hacimlerine ulaşmış güçlü ekonomilere dönüştürdü.

Tanzimat Dönemi’nin arifesinde Ticaret Nezareti kurulmuştur. Batılı tarzda oluşturulan bu tür nazırlıklar (bakanlıklar) idarî ve yönetimsel alandaki yeniliklerdendir.- Osmanlı Devleti, 1802 yılında yabancı tüccara tanınan hakları henüz Osmanlı tebaasında olan gayrimüslimlere de vererek “Avrupa tüccarlığı” müessesesini kurdu.

İngiltere ile imzalanan Balta Limanı Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı Devleti’nin sanayileşmiş Batı ülkeleriyle dış ticaretinde önemli bir aşamayı temsil etmektedir.

Sadrazam Mustafa Reşit Paşa’nın Balta Limanı’ndaki konağında imzalanan anlaşma geçmişten günümüze pek çok tartışmaya konu olmuştur.

Anlaşmanın getirdiği düzenlemelerden bir bölümü, Osmanlıların dış ticarette uyguladıkları Yed-i Vahit adı verilen tekel düzeni ile özel sınırlamaları ve ek vergileri kaldırmasına dairdi. Yerli esnaf ve tüccarı savunmasız bırakan ticaret

Sözleşmesidir

İhracat ve ithalatta sırasıyla İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya ve Rusya ön sıralarda yer almışlardır.

İthalatın yarıdan fazlası mamul mallardan, özellikle İngiltere ile Fransa’dan alınan pamuklu ve yünlü dokumalardan oluşuyordu. Demiryolu malzemeleri, silah ve cephane, çeşitli makineler diğer önemli ithalat kalemleri arasında yer alıyordu.

Kahvenin yanı sıra şeker, çay gibi gıda maddeleri de Batıdan ithal edilmekteydi.

İhracatın %90’ını (tütün, incir, üzüm, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamudu, fındık, pamuk,zeytinyağı vb.) ziraî ürünlerden oluşmaktadır.

-İhraç edilen tek mamul mal, elde dokunan halı ve kilimlerdir.

 

Osmanlı-Rus Savaşı nedeniyle kuruluşu geciken Düyun-ı Umumiye İdaresi 1881 yılında kuruldu. Batılı alacaklı

lar tarafından yönetilen kuruma, Osmanlı maliyesinin bazı temel gelir kaynakları (damga resmi, ipek öşrü, tütün tekelleri gibi vergi kalemleri) teslim edildi.

OSMANLI İKTİSAT TARİHİ  7. ÜNİTE ÖZET

-Esnaf teşkilatına katılma tıpkı fütüvvete giriş gibi, şerbet içme, şedd kuşanma ve şalvar giyme ile olmaktadır.

Bir çeşit kuşak olan şedd sonraları peştemal halini almış ve ustalara takılmaya başlanmıştır.

Osmanlı Devletindeki Değerli Maden Kıtlığı Sorunu

altınOsmanlı Devletinde değerli madenlerin kıtlığı daha Fatih Sultan Mehmet zamanından itibaren hissedilmeye başlanmıştır. Bu soruna çözüm bulmak için çareler arana durmuştur. Bu çarelerden biride Fatih Sultan Mehmet’in doğu bölgelerine göndermiş olduğu fermandır. Bu fermanda doğu bölgelerinde altın ve gömüş kaçakcılığı yapanlarının mallarına el konulması gerektiğidir. Ayrıca doğu ile yapılan ticarette mal satmak birinci koşul olarak konulmuştur. Tüm bu tedbirlerin alınmasının nedeni ise Osmanlının Hindistan gibi doğu ülkeleri ile yapılan ticaretinde mal alımının çok daha fazla olmasıdır. Okumaya devam et

Osmanlı Köylüsü ile Sipahi İlişkisi

sipahi-2Osmanlı devletinde köylü bulunduğu mirri toprağı terkedemezdi. Sipahi toprağını terkederek kaçan köylüyü bulup cezalandırma yetkisine sahipti. Fakat bu yukarıdaki cümleden köylünün özgür olmadığını düşünmemek gereklidir. Zira köylü toprağını bir başkasına devletin onayı çerçevesinde devrederek toprağını bırakıp gidebilirdi.

Tımarlı sipahi hiç bir zaman köylüyü ezemezdi. Köylü mahkemeye verebilirdi. Köylünün evinde 3 günden fazla kalamaz köylünün çıkardığı yemek haricinde başka bir yemek isteyemez gösterdiği yerde yatma zorunluluğu vardı. Köylü çocukları savaşlarda başarı göstermesi sonucu sipahi olabilme durumu mevcuttu.

Sipahi köylülerden vergi toplar devletin emirlerini uygular, isteklerini yerine getirmek zorundaydı. Devlet tarafından kendisine verilen topraklarda yaşaması gerekliydi. Şikayetler haklı bulunması halinden topraklar elinden alınabiliniyordu. Sipahi aynı zamanda toprakta üretiminin devamlılığından, bölgenin güvenliğinden savaş anında daha önceden sayısı belirtilen askerlerle savaşa katılımından sorumluydu.

Osmanlı’da Öşriyye Toprak

osmanlitoprak

Öşriyye topraklarının kullanma yetkisi tamamen müslümanlara aittir. Bu topraklar ya fethedilmeden önce yerli müslümanlara aittir yada fethedildikten sonra bu topraklara müslümanlar yerleştirilmiştir. Bu topraklar miras olarak bırakılabilir, satılır, vakıfa bırakılabilir yada parçalanabilinir. Mülküyet hakkı tamamen sahibine aittir. Fakat toprak sahibi öşür ve çift resmi adında 2 adet vergisini devlete verir. Öşür vergisi  yüzde 10 dur fakat bazı bölgelerde bu oran toprağın oranına göre değişebilmektedir.

SAN REMO KONFERANSI MADDELERİ ÖZET

SAN REMO KONFERANSI MADDELERİ ÖZET

SAN REMO KONFERANSI ÖZET

SAN REMO KONFERANSI (19-26 Nisan 1920)

İtilaf Devletleri, Osmanlı ile yapacakları barış antlaşmasının şartlarını belirlemek istedi. Bu nedenle 19-26 Nisan 1920 tarihleri arasında İtalya’nın San Remo Konferansını topladılar. SAN REMO KONFERANSI MADDELERİ ÖZET

Bu konferansa Osmanlı’yı da davet ettiler. Konferansa İtalya, Fransa ve İngiltere başbakanları ile Belçika, Yunanistan, Japonya temsilcileri katıldı. Osmanlı adına ise konferansa Tevfik Paşa katıldı. İtilaf Devletleri hazırladıkları barış taslağını Tevfik Paşa’ya sunuldular. Tevfik Paşa barış şartlarını Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir mektupla bildirdi. Eğer barış şartları kabul edilirse Osmanlı devletinin yok olacağını belirtti.

SAN REMO KONFERANSI

Barış şartları Osmanlı Bakanlar Kurulu tarafından incelendi. Padişahın onayı ile yeni bir taslak hazırlandı ve konferansa yollandı. İtilaf devletleri bu taslağı kabul etmedi. Sundukları barış şartları Osmanlı tarafından kabul edilmemesi üzerine kabulünü için Yunanlılara ilerleme emri verdiler. Yunanlılar, Balıkesir ve Bursa’yı işgal etti. Trakya’yı da ele geçirdi.Yunanlıların daha da ilerlemesinden çekinen Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, antlaşmasının kabul edilmesini kararlaştırdı. İstanbul’da toplanan Saltanat Şurasında onayladı. Osmanlılar “Tamamen yok olmaktansa İstanbul ve Anadolu’da küçük Bir devlet olarak kalmak iyidir” düşüncesindelerdi. Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet antlaşmayı imzalamak üzerine gönderildi. Sevr Barış Antlaşması 10 Ağustos 1920’de Paris yakınlarındaki Sevr kasabasında imzalandı.

SAN REMO KONFERANSI MADDELERİ ÖZET