Osmanlı devleti köken olarak tek tanrılı dine mensup topluluklardan oluşmuştur. Çok eski dönemlerden bu yana durum bu şekildedir. Bu sebeple Osmanlı devletinin atalarının İslamiyet’i benimsemeleri zor olmamıştır. Osmanlı devleti baştan beri hüküm sürdüğü topraklarda resmi din olarak İslamiyet’i benimsemiştir. Ancak hiçbir zaman fethettiği topraklarda halkı İslamiyet’e tabi olmaları konusunda zorlamamıştır. Kendi topraklarında halkına İslamiyet’in kurallarını harfiyen ve emir olunan şekilde yorum getirmeden uygulamıştır. Her ne kadar fetih olunan topraklarda halkı İslamiyet’e geçmeleri konusunda zorlamamış olsalar da İslamiyet’in yayılması ve hüküm sürmesi için büyük çabalar vermişlerdir. Fetih edilen topraklarda halka hoşgörü ve adaletli davranarak İslamiyet’in hoşgörü dini olduğunu anlatmaya çalışmışlardır
. Osmanlı devletinde hukuk sistemi şerri ve örfi olmak üzere iki biçimde uygulanırdı. Şerri hukukta kuran ve hadisler temel alınarak kararlar verilirdi. Osmanlı devletinde padişahlar büyük kararlar alırken muhakkak şeyhülislamdan yani dönemin müftüsünden fetva alırlardı. Her alanda bunun olduğunu görmemiz mümkündür. İlk şeyhülislam 2. Murat döneminde görev yapmaya başlamıştır. Osmanlı devleti topraklarında birçok tarikat hüküm sürmüştür. Bu tarikatlar İslamiyet’in yayılmasında ve insanların İslamiyet’i anlamalarında son derecede etkili olmuşturlar. Yavuz Sultan Selim döneminde halifeliğin Osmanlı devletine geçmesiyle beraber, artık Osmanlı devleti İslamiyet’in koruyuculuğunu üstlenmiş ve İslam dünyasının yeni lideri olmuştur. Osmanlı devleti topraklarında her ne kadar her dine mensup topluluklar olmuş olsa da kanın önünde hepsi eşitti. İslamiyet’e mensup olan biri üstün sayılmazdı.