Türkiye demokratikleşme sürecine ne zaman girer? Bu süreci gerilerden başlatanlar vardır. Örneğin PRF. Bahri Savcı bu sürecin başlangıcını Koçi Bey Risalesine değin götürür. Götürülebilirde. Ancak anlamlı çizgiler XIX. yy da ortaya çıkar.

XIX. yy ‘ın Türk toplumu için iki temel özelliği vardır:

1-Kapitalizmin girişi                             2-Batı kurumlarının kabulü

Birbirine bağlı bu iki olay Türkiye de hemen tüm kurumlardaki değişikliği belirlerken demokrasinin iktisadi ve sosyal çerçevesiyle tipini de belirler. Bu çerçeve içinde demokratikleşmenin önce anayasalcılık hareketleri ile yakın bir ilişkisi vardır. Anayasalcılık hareketleri bizde XIX. yy sonlarına doğru doğar. Bunları batıdaki anayasalcılık hareketlerinin birer serpintisi saymak doğrudur. Ancak sınıfsal temellerden yoksun birer serpintidir bunlar.

Batıda anayasalcılık hareketleri o toplumların temel yapılarındaki köklü değişikliğin sonucu olarak göründüğü, daha açık deyişle burjuvazinin daha XVIII. yy da devlet yönetimine sahip çıkma çabasıyla ilişkili olduğu halde Osmanlı da XIX. yy n II. Yarısında beliren anayasacılık hareketleri böyle sınıfsal nitelik taşımıyor. Peki neden?

Osmanlı iç dinamiği Batıdaki gibi burjuva sınıfının ortaya çıkıp siyasal iktidarı ele geçirmesine engel olmuştur. Başlangıçtaki ıslahat fermanları ve ondan sonraki hareketler daha çok bürokrasiden gelen bir avuç insanın çökmekte olan devleti kurtarmak için düşünebildikleri ve genellikle batıdan aktardıkları çarelerden başka bir şey değil. Öyle olunca da yenileme hareketleri gibi anayasalcılık hareketleri giderek demokratikleşme çabaları da halkın dışında hatta halka karşın yürütülen yüzeysel bir çaba olmuştur. En geç XIX. yy n ortalarından başlayarak Türk toplumunun içine girdiği değişiklik sürecine birbirinden kopuk halkalar olarak bakmayalım. Tanzimat, I. ve II. Meşrutiyet, Cumhuriyet, çok partili demokrasi. Tüm bunlar bir zincirin halkalarıdır. Hepsi bir bütünü oluşturuyor. En az 150 yıldır bir aydınlanma hareketi içindeyiz. Aydınlanma batı tarihi ile ilgili bir kavram. Batılı toplumlar XVI. yy’ da yeni bir tarihsel sürenin içine girer. Kapitalizm doğmaktadır ve onun bayraktarı burjuvazidir. Bu sınıf aristokrasinin sahiplik ettiği feodalitenin yerine kapitalizmi geçirmeye çalışmaktadır. Bu kavga hem iktisadi hem de ideolojiktir. Hıristiyanlığın kavram ve değerleri ile dokunmuş dinci bir dünya görüşüne karşı burjuvazi akılcı ve bilimsel bir dünya görüşünü savunur bu savunmanın aşamalarını biliyoruz. XVI.yy Rönesans ve Reform yy dır. Tüm bunlar güçlü bir düşünce akımıyla insanın yüceliğini aklın gücü ve yetkinliğe ulaşma olasılığını göklere çıkaran hümanizma ile aşağı- yukarı aynı zamanda gelişir. Skolastiğin eleştirisini feodal, dinsel ideolojiye karşı mücadeleyi bilimsel buluşlarda destekler.               Tüm bu gelişmeler XVIII. yy da doruğuna varır. Bu yüzyıl aydınlıklar yüzyılıdır. Burjuva dünya görüşü de aydınlanma felsefesi adıyla ete kemiğe bürünür. Doğaya, tarihe, topluma insana ve ilerici o günün koşullarında devrimci bir bakış vardır. Bu felsefeyi temsil edenlerde o yy’ n Fransız filozofları. Bir adları da aydınlıkçılar zaten.

Engels bu düşünürlerin etkinliğini şöyle belirtir.

“Din, doğa anlayışı, toplum, devlet örgütü her şey en amansız eleştirinin hedefi oldu. Her şey aklın mahkemesi önünde aklanmak zorunda kaldı. Yada mahkum oldu.

Bu düşünürler belirli noktalarda ayrılsa da ortak iki temel ülküleri var. Hepsi despotluğa karşıdır ve bağnazlığın düşmanıdır. Özgürlükten yana olmak ve hoşgörüyü savunmak aydınlanma felsefesinin başta gelen iki niteliğidir. Bu felsefe Fransız devrimiyle taçlanır. Ekonomi ve kültürde devrimci olan burjuvazi böylece siyasal eserini de ortaya koyar. Ya bizdeki gelişmeler?

Aydınlanma hareketlerinin içine toplum olarak geç ve güç gireriz. Bizim aydınlanmamız batıdakinden en az bir yy farkla XIX. yy da başlar. Çünkü batı da aydınlanma temelindeki iktisadi gelişme yani kapitalizm büyük bir gecikmeyle palazlanır. Bizde burjuvazi de gecikmeli oluşur. Yinede Türkiye de kapitaliz ile burjuvazi sınıfının niteliği büyük farklılıklar taşır. Batıdakine kıyasla batı da bağımsız gelişen kapitalizm ve burjuvazi Türkiye de bu gecikmeden dolayı bağımlı bir gelişme süreci izler. 1789 da tahta çıkan III. Selim dışarıda esen rüzgarlar hakkında bilgi edinmek isterken devrimden birkaç yıl sonra dönemin dış işleri bakanı –Reisül Küttap Atıf efendi’nin hükümeti aydınlatmak amacıyla divana sunduğu muhtırayı kim hatırlamaz?

Atıf Efendi XVIII. yy aydınlıklar felsefesinin, adları önünde bugün de saygıyla eğildiğimiz büyük temsilcileri zındık yani Allahsız deyip aklı sıra küçümseyerek kışkırtıcılıkla suçlarken insanlık tarihinin dönüm noktalarından biri olan Fransız devrimini fitne ve fesat hareketi olarak niteler. Yüzyıllardır hiçbir yenileşme içine girmemiş donup kalmış bir dinsel ideolojinin de yani İslam’ın da desteklediği bu çağdışlılık özellikle ordu ile eğitim- öğretim kurumlarında göze batıcıdır. Öyle olduğu için de yenileşmeye de önce onlardan başlanacaktır.

Bizde modern anlamıyla ilk anayasa 1876 tarihli Kanun-ı esasidir. Gerçi Osmanlı devleti XIX. yy ‘n ilk yıllarında hatta XVIII. yy ‘n sonlarında ıslahat ve yenileşme hareketleri başlamış, giderek “meşveret usulü” doğmuş ve bununla ilgili kurumlar ortaya çıkmıştır. Ama bunlar olsa olsa mutlak otoritenin işlerini daha iyi bilenlere danışılarak yürütülmesini sağlayan yardımcı organlardır. Ne bunlar nede 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile başlayan Tanzimat döneminin fermanları iktidar sınırlama niteliğini taşımadıkları gibi böyle bir amaçları da yoktur. Tanzimat fermanlarının gerisinde asıl zorlayıcı gücün dış baskı olduğu da açıktır.

1876 anayasası ile ilk kez parlamentolu bir düzene geçilir. Anayasa Meclis-i Umumi adını taşıyan iki meclisli bir parlamento kurmaktadır. Ne var ki iki dereceli ve kısıtlı oya dayanan bir seçimdir bu.1876 anayasası parlamentolu bir düzen getirmiştir, ama parlamenter değildir. O düzen bakanlar giderek hükümet hükümdardan başka kimseye hesap vermek zorunda olmadığı gibi padişahın durumunda gelişmiş parlamenter sistemlerde görülen sembolik devlet başkanının durumundan çok farklı fiilen olduğu gibi hukuksal bakımdan da yasama ve yürütmenin dizginleri aslında padişahın elinde Mutlakıyetten Meşrutiyete geçiş aslında sadece ad deşikliğidir. 1839 Tanzimat fermanı ile idari, mali, askeri reformlara gidilirken pek zayıf olsa da ilk kez bir insan hakları demeti sunulur. 1860 lı yıllarla beraber Avrupa dünyasının düşünce ışıkları da düşünce dünyamıza sızmaya başlar. Çeviri yoluyla modern kavramlarla ilk temas kurulur. Çağını geçirmiş mutlak monarşiyi sınırlama kavgası başlar. Hürriyet ve Kanun-ı Esasi aydınların baş tacı kavramlardır.

I. Meşrutiyet bu mücadelenin sonun da doğacaktır ve tarihimizde ilk kez zorba yönetimin karşısına anayasal kurum ve kurallar çıkarılacaktır. Çok geçmeden II. Abdülhamit’in despotluk duvarına çarpan gelişmeler doğal sonuçlarına II. Meşrutiyetle ulaşır. Cumhuriyet ve onunla gelen yenilikler ise sürecin doğal ama aynı zamanda pek parlak aşamalarıdır. Zaman zaman tutucular XIX. yy Osmanlı aydınlarının yüzlerini batıya çevirmelerinin felaketleri getirdiğini söyler ve kınarlar. Böyle diyerek başka seçenek varmışta onun kullanılmamış olduğu izlenimini yaratmak isterler. Gerçekle ilgisi yoktur bunun.

Batı ideoloji ve kurumları gelirken kapitalizm ve giderek emperyalizm de gelmiş ve toplumu yarı sömürge haline getirmiştir. Bu o sıralarda kaçınılmazdı. Ancak çağımızı bize öğreten de batı ideoloji ve kurumları olmuştur. İmparatorluğun kendi malzemesiyle kendi kendini yenilemesinin kapıları kapanmıştı. Yüzyıllık gecikmeler kendi amaçlarımızla yenileşmenin yollarını tıkamıştı.

Batıdaki aydınlanma ile Türk aydınlanması arasındaki benzerlik şurada bizim aydınlanmamızda batıdaki gibi temelde despotluğa ve bağnazlığa karşı. Ne var ki batıdaki aydınlanma burjuvazinin bir devrimiyle taçlanmış bizde ki ise başka bir tarih evresinde ve başka koşullarda oluştuğu için son sözünü burjuva devrimiyle söylemeyecek. Öyle görünüyor ki bu bugün de süren Türk aydınlanmasının zaferi Türkiye işçi sınıfının eseri olacak. Her aydınlanma bir toplum düzeni düşlüyor. Batıdaki aydınlanma kapitalist ve burjuva bir toplumun ideolojisini işledi.150 yılı aşkın aydınlanma hareketlerimizin toplum anlayışı şudur; biz çağdaş dünya da bağımsız, demokratik ve laik bir toplum kurmanın kavgasını veriyoruz. Bugün ulaştığı aşamada bu kavga başta iki şeye de karşıdır. Karşı olmak zorundadır. Kapitalizm ve emperyalizme.

Osmanlı da en azından biçim bakımından parlamento düzeninin parlamenter bir nitelik kazanması II. meşrutiyet’in ilanından (1908) sonra gerçekleştirilen çeşitli anayasa değişiklikleri ile mümkün olacaktı. Hükümdar parlamenter bir düzende görülmeyen yetkileri kaldırılacak hükümette Meclis-i Mebus an’a sorumlu olacaktı. Bu dönemde memleketin kurtuluşu için çalışanlardan I. Meşrutiyete kadar olanlara Yeni Osmanlılar denilmiştir. II. Meşrutiyete kadar olanlar ise Jön Türkler diye adlandırılmışlardır.

www.sosyalbilgiler.org

alıntıdır

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir