Mustafa Kemal Atatürk'ün dostlarını etkileyen davranışları

Başlatan Sosyal Bilgiler1, Ağustos 07, 2008, 02:40:39 ÖS

« önceki - sonraki »

Sosyal Bilgiler1

ostları Etkileyen Davranışlar

  Bu öngörü ve planlı ileri görüşlülük niteliğini hem kısa vadeli, hem de
uzun vadeli işler için kanıtlamıştır. Kısa vadeli bir olay için Tevfik
Rüştü'yü (Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras) dinleyelim:

  --1920 yılı ilkbaharının sonlarına doğru bir gün Mustafa Kemal, beni Ankara
istasyonunun bitişiğinde ikamet etmekte olduğu evciğe çağırdı. Bir yaverinin
kendisine haber verilmeksizin --Yeşil Ordu-- teşkilatına alındığından şikayet
etti. Birinci Büyük Millet Meclisi kurulalı sekiz, on hafta olmuştu.
Memleketimizin kurtarılması için başvurulan, yer yer ve türlü tedbirler
arasında bir de --Yeşil Ordu-- namı verilen gizli teşkilat yapılmıştı. Fakat
birinci Büyük Millet Meclisi her manasıyla ve bütün kuvvetiyle işlemeye
başladığı için, artık her türlü dağınık tedbirlerin kaldırılması ve her
faaliyetin Büyük Millet Meclisi selahiyeti içine alınması zamanı da gelmişti.
--Yeşil Ordu-- teşkilatına da lüzum kalmamıştı.

  Mustafa Kemal o gece bazı arkadaşların davet edilerek, nezdinde
toplanmaklığımızı istedi. Öylece de yapıldı. Hatırımda kaldığına göre, o gece
dokuz, on kişi kadar vardık. Bulunanlar arasında sayın Cumhurreisimizi
(Celal Bayar) , merhum Muhtar Bey'i, merhum Yunus Nadi Bey'i ve Kılıç Ali
Bey'i iyi hatırlıyorum. Ciddi işler konuşulduğu zaman, Atatürk'ün yanında
kahveden başka bir şey içilmezdi. Hele alkol asla bulundurmazdı. O geceki
müzakere uzunca sürdü. Bittiği zaman gece yarısını geçeli iki saat olmuştu.
Toplantıya mutad mucibince, kendisi riyaset ediyor ve müzakereyi o idare
ediyordu.

  Memleketimizin haricinden ve dahilinden muhtelif yerlerden ve zatlardan
gelen raporlar okunmuş, kurtuluş etrafında muhtelif mevzular konuşulmuş ve
aramızda çetin müzakerelerden sonra üzerinde mutabık olduğumuz görüşler, hatta
bazı kararlar sırasıyla yazılmıştı. Müzakere tamamiyle nihayetlendikten sonra,
o gece için son kahve içilirken Mustafa Kemal, bana hitap ederek:

  --Bugün öğleden sonra bu mevzular etrafında bir arkadaşla görüşmüş, bazı
notlar almıştım. Tevfik Rüştü, lütfen köşedeki saksının içinde duran o
notları alıp okur musunuz?-- dedi. Tabiatıyla, istediği kağıdı bulup okumaya
koyuldum.

  Hepimiz hayretler içinde kalmıştık. Saatlerle üzerlerinde konuşularak
vardığımız ve kendimizin zannettiğimiz kararların hepsinin tamamiyle aynı
olmak üzere o not kağıdında yazılmış olduğunu gördük.--
(Sel Yayınları, 1955:32-33).

  Bu öyküde de açıkça görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Paşa, umutsuz görülen bir
Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın liderliğini yüklenirken, çevresindekileri tam
anlamıyla kendine benzetmek zorunda olduğunun farkındaydı ve bu amaçla her
yöntemi kullanıyordu. Pek doğal olarak ilk akla gelen yöntem de,
izleyicilerin kendi yeteneklerine, öngörüşlülüğüne, yani
--karizma--(keramet)sına inandırmaktı. Bunu sağlamak için Mustafa Kemal
Paşa'nın hemen hemen hiçbir fırsatı kaçırmadığını görüyoruz. Örneğin,
muzaffer orduların komutanı olarakİzmir'e girdiğinde kendinden konuşma
isteyen Falih Rıfkı'ya da benzer bir --etkileyici-- davranışta bulunur. Falih
Rıfkı,İzmir'e girişin ilk günlerinde Latife Hanım'ın Göztepe'deki konağında
Atatürk'le ilk yakın temasını şöyle anlatıyor:

  --Mustafa Kemal'in ilk sofrasında bulunacaktık. Holde toplandıktan biraz
sonra, arkasında beyaz bir Kafkas gömleği ile merdivenden indi. Bu kemerli
gömlek, pek ahenkli bir endam ister. Mustafa Kemal, ince, zarif ve güzel bir
erkekti. Kahramanlık şanının o günlerde, bu güzelliği nasıl cazibelendirmiş
olduğu da kolay anlaşılabilir.

  Şimdi onun şahsiyeti ile tanışmak fırsatıydı. Derin bir merakla bütün
sözlerini ve jestlerini izliyordum.İlk öğrendiğim şey, kuvvetli ve yanılmaz
hafızası oldu. Bir aralık, --Müsaade eder misiniz sizi ilk önce nerede görmüş
olduğumu anlatayım-- dedim. Hemen bakışı şehlaya kayarak:

  --Hacı Adil denen Vali Dimetoka'da biz, onu karşılamaya geldiğimiz vakit,
arabasına Fethi Bey'i almalıydı. Siz nihayet bir gazete muhabiriydiniz...--
dedi. Şaşakaldım.-- (Atay, 1969:326).

  Aslında bu öyküde Atatürk'ün --yönlendirmesi-- oldukça düşüktür. Fakat yine
de kendisi ile ilk kez karşılaşan veİstanbul'dan gelen bir gazeteciyi
etkileme fırsatını hemencecik ve çok etkili bir biçimde kullandığı açıkça
görülmektedir. Nitekim, Falih Rıfkı'nın bundan çok etkilendiği ve bu etkinin
yıllarca sürdüğü; kitabının birçok yerinde aynı öyküyü yinelemesinden
bellidir.

  Kehanetlerin Not Ettirilmesi

  Atatürk'ün uzun dönemli --kehanet--lerini özenle not ettirdiği iyi bilinen
gerçekler arasındadır. Bunun en güzel örneklerinden biri, Mazhar Müfit
Kansu'ya not ettirdiği düşünceleridir. Bunun kadar iyi bilinmeyen, Atatürk'ün
bunları nasıl değerlendirdiği ve kendi karizmasını üretmekte ne denli bilinçli
kullandığıdır. Mazhar Müfit'in ağzından önce öngörüsünün ve planlılığının
kanıtını dinleyelim. Kansu'nun aktardığı konuşma, Erzurum Kongresi'nin
bittiği gece geçer. Mustafa Kemal, Süreyya Bey (Yiğit) ile otururken,
çağırttığı Mazhar Müfit'le de dertleşmesini sürdürür ve bir süre sonra
aralarında şu konuşma geçer:

  --Mazhar, not defterin yanında mı?..-- diye sordu.

  --Hayır Paşam...-- dedim.

  --Zahmet olacak ama, bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel! -- dedi.

  Nerede ise sabah olacaktı. Fakat, onun yanındayken dünya, gecesi gündüzü
olmayan bir alemden ibaretti. Binaenaleyh, uyku ihtiyacı da yoktu. Hemen
aşağıya indim. Not defterimi alıp geldim.

  O, hatıra defterime ve günü gününe her hadiseyi not edişime hem memnun olur,
hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı.

  --Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize
yarayacak.-- derdi. Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst
üste çektikten sonra:

  --Ama, bu defterin bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar
mahrem kalacak. Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin. Şartım bu... --
dedi.

  Süreyya da, ben de: --Buna emin olabilirsiniz Paşam...-- dedik. Paşa bundan
sonra:

  --Öyle ise önce tarih koy!-- dedi. Koydum: 7-8 Temmuz 1919. Sabaha karşı.

  Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce: --Pekala, yaz!..-- diyerek devam
etti: --Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır. Bunu size daha önce
bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim. Bu bir.--

  --Ýki: Padişah ve hanedan hakkında zaman gelince icap eden muamele
yapılacaktır.--

  --Üç: Tesettür kalkacaktır.--

  --Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.--

  Bu anda gayri ihtiyari kalem elimden düştü: Yüzüne baktım. O da benim yüzüme
baktı. Bu gözlerin bir takılışta birbirlerine çok şey anlatan konuşuşuydu.

  Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.

  --Neden durakladın?-- deyince, --Darılma ama Paşam, sizin de hayalperest
taraflarınız var.-- dedim. Gülerek:

  --Bunu zaman tayin eder. Sen yaz!..-- dedi. Yazmaya devam ettim:

  --Beş: Latin hurufu kabul edilecek.--

  --Paşam, kafi, kafi...-- dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir
insan edasıyla, --Cumhuriyet'in ilanına muvaffak olalım da üst tarafı yeter! --
diyerek defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım.İnanmayan bir
adam tavrı ile:

  --Paşam, sabah oldu. Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalın!--  diyerek
yanından ayrıldım (Kansu, 196G:131-132) .

  Buraya dek anlatılanlar, Atatürk'ün planlılığını, öngörüsünü ve
kararlılığını yansıtır. Bu niteliklerini, etrafına nasıl kabul ettirdiğine
gelince; hiç kuşkusuz; bu, liderlik yeteneklerinin bir göstergesi olarak
düşünülebilir: Çevresine kendini kanıtlarıyla kabul ettiren bir liderlik.

  Atatürk, bu yazılı notları çeşitli defalar ortaya getirmiş ve haklılığını
herkese hatırlatmıştı. Mazhar Müfit bu süreci şöyle anlatıyor:

  --Çankaya'da akşam yemeklerinde , birkaç defa, --Bu Mazhar Müfit yok mu,
kendisine; Erzurum'da tesettür kalkacak, şapka giyilecek, Latin hurufu kabul
edilecek dediğim ve bunları not etmesini söylediğim zaman, defterini
koltuğunun altına almış ve bana hayalperest olduğumu söylemişti.-- demekle
kalmadı, bir gün mühim bir ders de verdi.

  Şapka inkılabını ilan etmiş olarak Kastamonu'dan dönüyordu. Ankara'ya avdet
ettiği anda otomobille eski Meclis binası önünden geçiyor, ben de kapı önünde
bulunuyordum. Manzarayı görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında
oturan Diyanetİşleri Reisi'nin başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne?
Fakat, kendisini karşılamaya gelenler arasında bulunan Diyanetİşleri Reisi'ne
de şapkayı giydirmişti. Ben hayretle bu manzarayı seyrederken, otomobili
durdurttu, beni yanına çağırdı ve birden:

  --Azizim Mazhar Müfit Bey, kaçıncı maddedeyiz? Notlarına bakıyor musun?--
deyiverdi. Bu bir latifeydi, fakat, mahçup eden bir latife.--

  Atatürk, liderliğini zamanı aşarak, öngörüsünü kanıtlayarak, Mazhar Müfit'e
şu yorumu yaptırmıştı: --Ve hakikaten bu büyük adam, geceleri gündüzlere
katarak düşünmeyi, milli bünyenin tahammülünü bilmiş, her şeyin zamanını
hesaplamış ve zamanı iradesine ram edebilmişti.-- (Kansu, 1966:132).

  Atatürk'ün Çankaya sofralarında birçok kez, Mazhar Müfit'in not defterini
hatırlatarak, öngörüsünü onaylattığı pek çok başka kaynak tarafından da
belirtilmektedir.İşte liderin bilinçli bir biçimde liderliğini çevresine
onaylattıran davranışı budur. Atatürk, bütün konularda olduğu gibi liderliği
konusunda da olayları yalnız tarihin akışına bırakmamış, onu, bizzat kendi
hazırlıkları, yönlendirmeleri, kısacası kendi iradesiyle pekiştirmesini çok
iyi bilmiştir.

  Kendi yaptığı ve yukarıda verdiği --dahi-- tanımı düşünüldüğünde bu
yaptıklarının ne denli bilinçli olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

  Kişilik Gücü

  Kendi karizmasını üretmekte kullandığı yöntemin 1923 yılındaki bir başka
görüntüsünüİsmail Habip Sevük anlatıyor:

  --Muhtar Bey (şakacı bir adam olanİngiliz Muhtar) kadehini kaldırıyor:
--Yaşasın Başkomutan!--

  --Niye Mustafa Kemal demiyorsun da, Başkomutan diyorsun?--

  Muhtar Bey, üstü kapalı bir davranışla: --Hele,-- diyor, --ne olur ne olmaz,
daha uzun süre şu Başkomutanlık üzerinde kalsın!-- Şakalaşıp duran Gazi,
kartallaşıveriyor:

  --Vay, sen beni Başkomutanlıktan mı kuvvet alır zannediyorsun? (Sesini
tabiileştirerek) Dinle bak öyleyse, sana bir hatıra anlatayım: Hani ben
Erzurum'da ordu müfettişliği nişanlarını yakamdan atarak --ferdi millet--
kalmıştım ya? O zamana kadar emirlerimi dinleyen komutan (ismini söyleyecekti,
söylemedi) ondan sonra verdiğim emirleri dinlememeye başlamasın mı? Makamına
gittim:

  --Paşa, paşa,-- dedim, --size o emirleri bu yakadaki yıldızlar vermiyor,
Mustafa Kemal veriyordu, o yine karşınızdadır, yazınız!--

  Yazdı. Emir gideceği yere gitti. Fakat çıktıktan sonra aklıma gelmişti. Ya
komutan düğmeye basıp da, --Posta, bunu dışarı çıkarınız!-- deseydi?..

  Sesi yine heybetleşerek: --Fakat diyemezdi. Muhtar, karşısında Mustafa Kemal
vardı, diyemezdi.--

  Muhtar Bey kadehini kaldırarak yürekten bağırıyor: --Yaşasın Mustafa Kemal!----
(Arıburnu, 1976:19).

  Bu öyküden de açıkça görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği mesaj
açıkça şudur: Keramet Başkomutanlık yetkisinde, üniformada ya da omuzlardaki
yıldızlarda değil, kendi kişiliğindedir. Kişisel karizmasını yaratmakta ne
denli titiz olduğu bu ve benzeri anılarda çarpıcı bir biçimde ortaya
çıkmaktadır.

  Dikkat edilirse, karizmatik niteliklerini özellikle yazarlara, ya da not
tutanlara ve yabancı devlet adamlarına karşı özenle sunar. Hiç kuşkusuz bu
tutum, onun gününe ve toplumuna olduğu kadar, uluslararası ilişkilerde
ülkesine ve tarihe karşı olan sorumluluğunu belirtir.

  :::::::::::::::::::
.