GİRİŞ:
OSMANLI DEVLETİNDE BASIN

Osmanlı Devleti yayıldığı coğrafya itibariyle birçok milleti bünyesinde barındırmaktaydı. (Yahudiler, Ermeniler, Rumlar) Bu milletlerin soy ve din olarak Avrupa’ya yakın olmaları Avrupa’daki gelişmelerin bunlar aracılığıyla Osmanlı’ya sokulmasına sebep oluyordu. Bu itibarla matbaa da ilk olarak 1493/94’te Yahudiler tarafından Osmanlı topraklarında kullanılmaya başlamıştır. Buna müteakip 1567’de Ermeniler, 1627’de Rumlar ilk basımevlerini kurdular. Türkler ise matbaayla ilk defa İbrahim Müteferrika’nın girişimleri sonucunda 1727’de tanışacaklardı.
Osmanlı Devleti’nde yenileşme çabalarının ise yoğun bir şekilde başlayacağı tarih 19. yüzyıl başları olacaktı. Tanzimat fermanının ilanına giden süreçte I. Abdülhamid ile başlayıp II. Mahmud ile yoğunlaşan ıslahat çabalarını anlatabilmenin yolu Türkçe neşredilecek bir gazeteydi. II. Mahmud’un Şahsi gayreti ve alakası ile Osmanlı Devleti’nde çıkan ilk Türkçe gazete 11 Kasım 1831’de Takvim-i Vekayi’dir. Takvim-i Vekayi’nin çıktığı dönem Osmanlı Devleti için sıkıntılı bir dönemdir. Bir taraftan dışarıdaki meselelerle uğraşılırken – 1825 mora isyanı, 1826 Yunanistan’ın bağımsızlığı, 1828 Ruslarla savaş vs.- bir taraftan da içeride yapılan ıslahatları kabul ettirip bütün memurların bunlara uyması sağlanmaya çalışılıyordu. Takvim-i Vekayi’nin de burada önemli bir yeri vardı. Zira gazetenin amacını mukaddimesinden hareketle şu şekilde yorumlayabiliriz. Yapılan ıslahatların ilan edilerek buna uyulmasını sağlamak. Böylece devlette birliğin oluşturulması. Fen, sanat, sanayi ve ticarete dair bilgilerin yaygınlaştırıp halkın yararına sunulması.
Takvim-i Vekayi’den önce de Osmanlı topraklarında çıkan Fransızca gazetelerle Mısır’da çıkan Vekayi-i Mısriye vardı. Vekayi-i Mısriye’nin bir kısmı Türkçe olmasına rağmen bunu ilk Türkçe gazete sayamayız.
Gazete ile bu ilk temastan sonra şüphesiz devamı gelecekti. Takvim-i Vekayi’den sonraki gelişmeleri ise; II. Meşrutiyete kadar sadece gazetelerin isimlerini vererek kısa değerlendirmelerle anlatacağız.

1. Ceride-i Havadis: 31 Temmuz 1840. İçerik bakımından Takvim-i Vekayi’e benzemektedir.
2. Tercüman-ı Ahval: 21 Ekim 1860. Agâh Efendi, Şinasi’nin yardımı ile bu gazeteyi neşretmeye başlamıştır. Bu gazete hususi teşebbüsle çıkarılmış ilk Türk gazetesidir.
3. Tasvir-i Efkar: Şinasi 1861’de bu gazetenin neşrine başlamıştır. Şinasi’nin yazıları 465. nüshada son bulur. ( “Şark meselesi” isimli makalesinden dolayı muharrirlikten men edilir. Toplam 830 nüsha çıkmıştır. Namık Kemal 200. nüshadan itibaren yazmıştır.
4. Ceride-i Askeriye: 1863’te çıkarılmıştır.
5. Takvim-i Ticaret: 1865’te çıkarılmıştır.

Takvim-i Vekayi ile başlayıp 1864’e kadar çıkan gazeteler bu yolun öncüleridir. Bu ilk gazeteler hükümetin emrinin dışına çıkmamaya gayret etmişlerdir. Hükümetin yabancı gazetelerin kamuoyuna olan etkisini azaltmak amacıyla desteklediği Türk gazeteleri zaman zaman yönetim aleyhinde neşriyatta bulununca hükümetin müdahalesine maruz kalmışlardır. İlk gazetenin neşrinden itibaren otuz sene geçmişti. Halk artık gazetelere alışmaya başlamıştı. Matbuat ile devlet arasındaki münasebeti tanzim edecek bir kanuna ihtiyaç vardı. Nihayet 1864’te ilk Matbuat Nizamnamesi çıktı. Artık gazete neşri belli kurallara bağlanmıştı. Bundan sonra Basının hızla gelişeceği umulmakta idi. Ancak umulan olmadı. Hükümet Genç Türkler Hareketi endişesi ile basına baskı yapmaya başlamıştı. Âli Paşa bir kararname (1867) ile Matbuat Nizamnamesinde değişiklik yaptı. Böylece hükümete basına sansür koyma, ruhsatnameleri iptal etme yetkisi verildi. Önemli bazı gazetelerle devam edelim:

6. Muhbir: 1866’da çıkmıştır. Sahibi Filip Efendi’dir. Gazeteyi Ali Suâvi idare etmektedir. İnkılap fikirlerini yayan ilk gazetedir.
7. Ayine-i Vatan: Eğribozlu Mehmed Arif Bey’in gazetesi 1866’da çıkmıştır. İlk resimli gazetedir. Kapatıldıktan sonra İstanbul adıyla yeniden çıkmıştır.
8. Terakki: 1868’de Ali Raşid ve Filip Efendi’lerin çıkarttığı gazetenin bir hususiyeti haftada bir kadınlara mahsus bir gazete çıkarmasıdır. Yine haftalık mizah nüshası da vardır.
9. Mümeyyiz: 1869’da çıkan gazetenin sahibi Sıtkı Efendi’dir. En büyük meziyeti çocuklar ait bir nüshasının olmasıdır.
10. Basiret: 1869’da çıkmıştır. Ali Efendi tarafından yayımlandı. Yazarları arasında Ahmed Midhat Efendi de vardı.
11. İbret: 1869’da yayımlanmaya başlandı. Daha sonra Namık Kemal gazeteyi kiralamış ve Reşad, Nuri ve Ebüzziya Tevfik ile beraber 1872’de yayımlamıştır.
12. Musavver: 1872’de çıktı. Fotoğraflı olarak yayımlanan ilk gazetedir.
13. Sabah: 1876’da çıktı. Baş yazarı Şemseddin Sami idi.
14. Tercüman-ı Hakikat: 1878’de Ahmed Midhat Efendi yayımladı.
15. İkdam: 1894’ yayımlandı. Ahmed Cevdet (Oran) kurduğu bu gazeteyi “siyasi Türk Gazetesi” olarak nitelemiştir.
16. Servet-i Fünûn: Ahmed İhsan (Tokgöz) 1891’ yayımlamıştır.

1865’ten sonra gazete ve dergi sayısında artış görülmüştür. Burada değinemediğimiz 200 civarında gazete ve dergi çıkmıştır. Ancak bunların çoğu tek sayı çıkabilmiştir. Artarak devam eden yasaklamalar ve sansür nedeni ile II. Meşrutiyetin ilanının yaklaştığı dönemde gazeteler Avrupa olaylarını yazmakla ve tercüme romanlar neşretmekle meşguldü. Bu durum bize gazeteciliğimizin neden gelişemediğini göstermektedir.

1. II. MEŞRUTİYET’TE BASIN

II.Abdülhamid döneminde yoğunlaşan sansür ve yasaklamalar nihayet meşrutiyetin tekrar ilanı ile son bulmuştu. 24 Temmuz 1908 sabahı gazetelerde bir irade çıkıyor ve Kanuni Esasi’nin yeniden uygulanacağı tebliğ ediliyordu. Halk henüz “Kanuni Esasi, hürriyet, müsavât, uhuvvet” gibi kavramların neyi ifade ettiğini bilmediği için bunu padişahın bir lütfu sanıyordu. Tabi burada halkı meşrutiyetin ilanına inandırmak yine basına düşüyordu. O gün yazarlar yazılarını sansüre göndermeme kararı aldılar. 25 Temmuz 1908 sabahı otuz yıldan beri gazeteler ilk defa sansürsüz olarak çıktı. İttihat Terakki döneminde bir kısmı Abdülhamid döneminden kalma – sabah, ikdam, tercüman, saadet – kamuoyu oluşturmada etkin bazı gazeteler şunlardır:

1. İkdam (1894-1926) : Ahmet Cevdet tarafından İstanbul’da çıkarılan günlük gazete. Yazarları Bâbanzade İsmail Hakkı, Abdullah Zühtü, Ahmet Rasim idi. 24 Temmuz günü Hüseyin Cahit’te onlara katılmıştır. Abdülhamid döneminde birkaç defa kapatılmıştır.
2. Sabah (1876-1922) : İstanbul’da günlük olarak yayımlandı. İlk çıktığında sahibi Papadopulos, başyazarı Şemseddin Sami idi. 1882’de Mihran Efendi’ye geçti.
3. Tercüman-ı Hakikat (1878-1923) : Ahmed Midhat Efendi’den sonra Mehmed Cevdet’in sahipliğini yaptığı gazete II.Meşrutiyet döneminde bir süre tarafsızlık politikası izlemiş daha sonra muhalefete geçmiştir.
4. Tanin (1908-1947) : Hüseyin Cahit, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım Kadri tarafından II.Meşrutiyetin ilanından on gün sonra çıkarılmaya başlanan gazete, İttihat Terakki’yi destekledi.
5. Yeni Gazete (1908-1919) : Abdullah Zühtü’nün sahibi ve baş yazarı olduğu gazetede Mahmud Sadık “Takvimden Bir Yaprak” başlığı ile köşe yazıları yazmıştır. İttihatçıların iktidarına karşı çıkmıştır.
6. Mizân : II. Abdülhamid yönetimince sık sık kapatılan gazete meşrutiyetin yeniden ilanı ile 1908’de yayına başladı. İttihat Terakki yönetimine karşı tutum izlemiştir.
7. Şurâ-yı Ümmet : 23 Eylül 1908’de İttihatçılar tarafından yayımlanmıştır. Tanin gibi İttihat Terakki’yi desteklemiştir.
8. Serbestî : Mevlanazâde Rıfat tarafından (1908-1912) arasında yayımlandı. Daha sonra İttihat Terakki tarafından kapatılmıştır.
9. Volkan : Derviş Vahdeti tarafından yayınlanan gazete daha sonra yine Derviş Vahdeti’nin kurduğu İttihad-ı Muhammedi Cemiyetinin organı oldu. 31 Mart Olayı’nda rol oynadığı için kapatıldı.
Artık halkı uyandırıcı neşriyat başlamıştı. Halk genel af istiyordu ve matbuatın hücumu karşısında, Meşrutiyetin ilanının onuncu günü kabine değişti. Sadarete Kamil Paşa getirildi. Meşrutiyetin ilanının coşkunluğu her yerde yaşanmaya başlamıştı. İmparatorluğun en uzak yerlerine sürgüne gidenler geri dönüyordu. Önüne gelen gazete çıkarıyordu. Her türlü yayımın teftişi otomatikman kalktığı gibi sonradan cezaya tabi olduğu da yoktu. Pek çoklarının gazeteciliğin sermayeye ihtiyacı olduğunu bilmeden, bir kısmının da ne olursa olsun bir fikir beyan etme maksadıyla çıkarttıkları gazetelerin hiçbirisi yaşayamamış birkaç nüshadan öteye gidememiştir. Bu durum bir hürriyet göstergesi değil bir anarşi ortamına dönüşmüştü. 1907 yılı sonu ile 1909 Mayıs’ına ait yayımlanan gazete sayıları arasındaki bir karşılaştırma, 24 Temmuz 1908’den sonra basının artışını göstermek için iyi bir belgedir. Rakamlar matbuat idaresinde görevli Miralay İsmail Hakkı’nın (sadrazam Tevfik Paşa’nın oğlu) Revue du Musulman’ın no.1, Ocak 1908 ve Mayıs 1909 tarihli sayılarında yayımlanan makalelerinden alınmıştır. İstanbul’daki 377 yayına karşılık, İzmir Aydın bölgesinde 110 Selanik’te 57 ve Suriye-Lübnan’da 85 gazete yayımlanmıştır. Bu bize önceki bilgilerimizin ışığında bir yılda altı misli artış olduğunu göstermektedir.
Hükümet kargaşadan bunalmış durumdaydı. Bütün bu karışıklığın asayişsizliğin kabahati gazetelere atfediliyordu. Nihayet matbuatın bu hücumundan hükümetin bir iş göremediği şikayetleri üzerine ittihatçı iktidarın ilk girişimlerinden biri, basın yasasını gündeme getirmek oldu. 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasından sonra yeni bir basın kanununa muhalefet de kalmamıştı. İlerleyen bölümlerde arşivden bulduğumuz belgeleri incelerken ihtiyaç duyacağımız için yeni matbuat kanununun sadeleştirilmiş metnini burada veriyoruz.
18 Temmuz 1325 (31 Temmuz 1909) tarihli Takvim-i Vekayi’de yayımlanan yeni “Matbuat Kanunu”nun ana hatları şöyledir.
1.madde- Her yayının bir sorumlu müdürü olmak icap eder.
2.madde- Osmanlı uyruğundan 21 yaşını bitirip hacir altında olmayan, hukuku medeniyeden mahrum edilmemiş, sahtekarlık, dolandırıcılık, emniyeti suiistimalden cezalı olmayanlar sorumlu müdür olabilir. Bunların yayınının kullandığı dilde yazacak derecede yeteneği olması lazımdır.
3.madde- Yayıncı İstanbul’da Dahiliye Nezaretine, taşrada vali ya da mutasarrıflara, kendisiyle sorumlu müdür hakkında beyanname verecektir.
4.madde- bu beyanname verilmeden çıkarılan yayın hemen yasaklanır ve mahkemece 5 liradan 50 liraya kadar ceza verilir. Tekrarı halinde on liradan yüz liraya çıkar. Yahutta 24 saatten bir aya kadar hapis edilir. İçerik daha ağır cezayı gerektiriyorsa o uygulanır.
5.madde- Sahibinin ölümünde varisine geçer.
6.madde- Yayının ismi aynen veya yanıltacak şekilde değiştirilerek başkası tarafından kullanılamaz. 15 sene kullanılmayan ismi başkası kullanabilir.
7.madde- Sorumlu müdürün çekilmesi ölümü ya da beyannamedeki şartlara aykırı durumun belirmesi halinde durum en geç beş gün içinde ilgili makama bildirilir. Aksi halde 4.madde uygulanır.
8.madde- Yayının her nüshasından günü gününe sorumlu müdürün imzasıyla, ikişer adet, mahallin en büyük dahiliye amirine ve savcıya gönderilecektir. Gönderilmeyen her biri için sorumlu müdürden yarım Osmanlı altını alınır.
9.madde- Yayında sorumlu müdür yoksa bir lira ceza alınır ve bu onu içerikten dolayı sorumluluktan kurtarmaz.
10.madde- Sokaklarda veya umumi yerlerde dağıtanlar bunların yalnız isimlerini yazarlarının isimlerini ve fiyatlarını yüksek sesle söyleyebilirler. Genel terbiyeye aykırı isimler kullanmak, birinin itibarını sarsacak ya da heyecan yaratacak yolla ilgi artırmak yasaktır. Aksini yapan 25 kuruştan bir liraya kadar cezaya mahkum edilir ya da 24 saatten bir haftaya kadar hapsedilir.
11.madde- Cezalar önce sorumlu müdüre, sonra yazara, üçüncü olarak matbaacıya, dördüncü olarak bayi ve müvezzilere aittir. Zarar ve ziyan mahkûmiyetlerinden gazete ve yayın sahibi sorumludur.
12.madde- Yayından maddi ve manevi zarar duyan, sorumlular hakkında dava açabilir, zarar ziyan isteyebilir. Mahkemenin ilanı, yayının ilk ve en geç ikinci sayısında yayımlanır. Yayımlanmazsa 50 Osmanlı altını alınır. Başka yayınlarda yayımlanması ve bedelinin suçlu tarafından ödenmesine karar verilebilir.
13.madde- Yayınlar her duruşmayı ve meclis görüşmelerini yayımlayabilir. Ancak gizli karar ve oturumlar yayımlanamaz. Aksine davrananlardan 5 altından 25’e kadar ceza alınır.
14.madde- Açık duruşmalarda genel ahlaka aykırı konuların yayınını mahkeme yasaklayabilir. Aksine davranana iki liradan on liraya kadar para cezası ya da 24 saatten bir haftaya kadar hapis verilir.
15.madde- Yasanın yayınından önce yayını yasak edilenlerin aksine davrananlardan 2’den on altına kadar ceza alınır. Gerek görülürse bu yayınlara el konulur.
16.madde- Osmanlı ülkesinde tanınmış olan dinler mezheplerden ve anasırdan birini aşağılamak ve hakaret etmek sorumlu müdüre bir aydan bir seneye kadar hapis gerektirir ve 20’den yüz altına kadar ceza öder. Ya da bu iki cezadan biriyle cezalandırılır. Din ve mezhepler hakkında delillere dayanan ilmi ve felsefi yazılar tahkir ad olunmaz.
17.madde- Ceza kanununun ikinci faslında beyan olunan cinayetleri doğrudan doğruya tahrike yönelik yayın durumunda, 11. maddeye uygun olacak sorumluluk verilecek şahıs o cinayetin fiilen icracısı gibi cezalandırılır. Fakat belirtilen kışkırtmanın ve fiili sonucu belirmezse sürgün ile cezalandırılır.
18.madde- Bir kimsenin namusunu lekeleyecek veya itibarını düşürecek bir konuyu basın aracılığıyla açıklamak ya da yayın tehdidi ile para alan ya da başka türlü çıkar sağlayanlar üç aydan üç seneye kadar hapsedilir ve on liradan yüz liraya kadar para cezasına çarptırılır.
19.madde- Aslı olmayan haber yayan, tahrif eden, birine asılsız ithamda bulunan, toplum asayişini ihlale sebep olursa ve bu da kötü amaçla yapılmış ise, altı aydan iki seneye kadar hapis olunur. Beş liradan yüz liraya kadar ceza öder. Ya da bu iki cezadan biri uygulanır.
20.madde- Genel ahlaka aykırı yazı ve resim yayınlandığı takdirde iki Osmanlı altınından ona kadar ceza kesilir.
21.madde- Bir şahıs aleyhindeki yazıya, onun iki mislini geçmemek şartıyla düzeltmeleri ve de hükümetin gerçek bulmadığı yayınlar hakkındaki tekzipleri, yayının ilk çıkacak sayısında aynı sütuna koymaya mecburdurlar. Aksi halde beş altından elli altına kadar ceza öderler.
22.madde- Bahsi geçen suçların tekrarı şiddetlendirici sayılır.
23.madde- 17. maddede belirtilen suçları işleyen yayın hakkında usulen dava açılmakla birlikte hükümetçe asayişin korunması için gerek görülürse o yayın mahkemenin karara bağlanmasına kadar yayından kaldırılır. Ancak mahkeme, sorumlu müdürün beraatîne karar verdiği takdirde bundan dolayı müdürün tazminat istemek hakkı vardır.
24.madde- Basın suçları hakkındaki bu cezalar, aynı zamanda toplantılarda dağıtılan bültenlere, yazılara, mektuplara, levhalara da şamildir.
25.madde- Bir şahıs ya da heyetin madde-i mahsus ile namusu ihlal edilir ya da itibarı düşürülürse buna “zem” ve madde-i mahsusa belirtilmeden yapılırsa buna “kadh” denir. Tartışma adabı çerçevesinde eleştiri hiçbir vakit suç teşkil etmez.
26.madde- Zatı Hazreti Padişahı hakkında kadh veya zem’mi hedef alan yazı ve sözler yayınlanırsa sorumlu 3 aydan 3 seneye kadar hapis olunur.
27.madde- Dost devlet hükümdarları ya da hükümet reisleri hakkında zem ve kadh vukuunda bir aydan bir seneye kadar hapse hükmolunur.
28.madde- Hanedan, milletvekilleri, hakimler ve diğer memurlar, ordu ve donanma, Osmanlı ülkesindeki dost ülkeler siyasi görevlileri ve konsoloslara kadh ve zem yapan kişi 15 günden altı aya kadar hapis veya beş altından elli altına kadar para cezasına çarptırılır. Ya da cezaların ikisi de uygulanır. Kadh varsa, bir haftadan üç aya kadar haps edilmekle birlikte bir altından yirmi beşe kadar ceza verilir. Yahut bunlardan biri uygulanır. Yazı suçlanana zarar veriyorsa o dahi ödettirilir.
29.madde- Ahaliden biri hakkındaki kadh ve zem durumunda sorumlu bir haftadan üç aya kadar hapis olunmakla beraber iki altından yirmi beşe kadar ceza alınır. Yahut cezalardan sadece biri uygulanır.
30.madde- Bakan, milletvekili ve hükümet memurları hakkındaki kadh ve zem 29. maddeye göre cezalandırılır. Memuriyetleriyle ilgiliyse 28. madde uygulanır. Ancak bunların ve hisse senedatı çıkarmak suretiyle kurulan mali kurumlar ve ticari kurumların yöneticileri hakkındaki kadh ve zem mahkeme kararıyla sabit olursa bu yayına ceza verilmez.
31.madde- Haneden ve yerli kadrolar hakkındaki suçlamaları doğrudan doğruya savcılar izler. Yabancı hükümet ve diplomatlar hakkındakileri sefaretlerin Dış işleri bakanlığına uyarısı üzerine yine savcılar kovalar. Milletvekilleri, memurlar, ordu, donanma hakkındakiler ilgililerce adalet makamlarına yazılacak yazılarla üzerine yine savcılarca izlenir. Diğer bireyler kendileri dava açarlar.
32.madde- Matbuat suçları için yayın üzerinden üç ayı geçen başvurular geçersiz kalır.
33.madde- Seferberlik durumunda ve savaş tehlikesi bulunduğu halde ordu ve donanmanın hareketleri ve devletin savunma önlemleri konusunda, gereğine göre sadaretten çıkarılacak emir üzerine yayınlar engellenebilir. Aksine davrananlar 50 liradan 200’e kadar ceza öder ya da altı aydan iki seneye kadar hapsedilir. Ya da ikisi de uygulanır.
34.madde- Siyasetle ilgili olmayan ve sadece fenni ve edebi yayın yapanlar kitap hükmünde olup bu kanuna tabi değildir.
35.madde- Yabancı ülkelerde ve Eyaleti Mümtaze’de (özerk yönetimli bölgelerde) yayınlananların Osmanlı ülkesinde yasaklanması bakanlar kurulunda alınan bir kararla ve Dâhiliye Nezareti emriyle olur. Bu şekilde yasaklananları satan ve dağıtanlar hakkında iki liradan on beş liraya kadar ceza verilir.
36.madde- 2 Şaban 1281 (1 Ocak1865) tarihli Matbuat Nizamnamesinin hükümleri hükümsüzdür.
37.madde- Dâhiliye ve Adliye nazırları işbu kanunun icrasına memurdurlar.

Kanuna baktığımızda bir sansür öngörülmüyordu. Ancak devletin güvenliğini bozacak ve ayaklanmaya sebep olacak yayında bulunan gazeteler, açılacak dava sonuçlanıncaya kadar hükümetçe kapatılabilecekti. Böylece yazarından dağıtıcısına kadar bir sansür zinciri kurulmuştu. Böylece Abdülhamid’in baskısından yakınanlar daha ağır bir şekliyle bunu kanunlaştırmışlardı. Bunun sonucunda da İstanbul’da 1909’da 377 olan gazete sayısı 1910’da 130’a, 1911’de 124’e, 1912’de ise 45’e düşmüştür.

Meşrutiyet senelerinin mühim bir kısmı istikrarsızlık içinde geçmiştir. Siyasal çalkantıların her bir döneminde gazeteler için daha ağır koşullar getirilmiş ve 1909’da çıkarılan Matbuat Kanunu’nun bazı maddeleri değişikliğe uğramıştır.

2. II.MEŞRUTİYETTE BASINLA İLGİLİ YAZIŞMALAR

Meşrutiyetin tekrar ilanı ile basının kavuştuğu hürriyet ortamı çok uzun sürmeyecekti. İlk yıl içinde yapılan gazete imtiyazı başvurusunun yoğunluğunu arşivden takip etmemiz mümkündür. Meşrutiyetin ilanının yarattığı şaşkınlık -ihtilalcilerin şaşkınlığı- atlatıldıktan sonra ittihatçı iktidar yeni matbuat kanununu çıkarmak suretiyle bu basın anarşisinin önüne geçmeye çalıştı. Nitekim bunda başarılı olundu. Artık yeni bir dönem başlamıştı. Meşrutiyet yıllarının bütün sıkıntısına rağmen İttihat Terakki kurmaya çalıştığı rejimi korumak için basına sansür uygulamaya ve yasaklamalar getirmeye başlamıştı. İlk gazeteden itibaren geçen zaman zarfında halk gazetelere alışmış ve basının kamuoyu üzerinde önemli derecede etkisi görülmeye başlamıştı. 11 Kânun-ı Evvel 1326’da Selanik’te Viyana gazetelerinde çıkan şu haber İttihat Terakki’nin endişesini haklı çıkarıyordu. Selanik’ten çekilen telgrafta “Selanik’te bir cemiyet-i hafiye keşf olunup bunların arasında İttihat Terakki Cemiyeti’nden birçok kişi bulunduğunu ve maksatlarının Abdülhamid’i tekrar tahta çıkarmak olduğunu bunu da gelecek yaz yapmayı planladıkları” yazılı idi. Bu arada cemiyet muhalifleri boş durmuyor çeşitli yollarla propagandalarına devam ediyorlardı. Bunun sonucunda da gazeteler birbiri ardına kapatılıyordu. Matbuat Kanununda da gördüğümüz gibi hükümet her önüne gelenin gazete çıkarmasını istemiyordu. Ayrıca hükümet idari tedbirlerle ve emirlerle memurun da gazetelerde devletin siyasi ve idari işleri hakkında makaleler neşretmesine mani olmaya çalışıyordu. Yine hükümetin siyasetine mugayir yayın yapılmaması için hükümet büyükleri, resmi daire reisleri ve özellikle yabancı resmi ve gayri resmi şahısların çıkardıkları gazetelerde yayın yapılmadan önce Sadaret, Dahiliye, Hariciye Nezaretleriyle mülakat yapılması isteniyordu.
Hükümet toplumun huzurunu bozacak, halkı galeyana getirecek, fesat çıkaracak bütün yayınları engellemeye çalışıyordu. Matbuat Kanunuyla hedeflenen maksatlardan biri de Osmanlı tebaasının birliğini muhafaza etmekti. Bu sebepledir ki ittihad-ı anasır aleyhinde neşriyata meydan verilmediği gibi kanunun 16. maddesine istinaden böyle yayınlar cezaya tâbi idi. Bunun örneğini Şam’da neşredilen “el-muktebes” gazetesi ile Beyrut’ta neşrolunan “el-müfid” gazetelerinde görmekteyiz. Zikredilen gazetelerde hilafet-i islâmiyenin Araplara ait olduğu öne sürülerek hükümet aleyhine yazılar neşredilmiş ve Türk-Arap unsurlarının arasına tefrika sokulmaya yönelik yayınlar yapılmıştır. Ali Kemal’in baş yazarlığında İttihat Terakki aleyhine sert muhalefet yapan ikdam gazetesinde Halil Hamid imzalı bir makalede -“Yemen Hakkında Müşahedat ve Mukayyedat”- Arap unsuru aleyhine sözler sarf edildiğinden süresiz olarak kapatılmıştır. Burada hükümetin tavrını Osmanlı tebaasının birliğini muhafaza etmekten maada özellikle bu gazete için tahammülsüz ad edebiliriz. Zira kanunda gazetenin kapatılmasına dair bir madde bulunmamaktadır. Mesele gazetenin direkt olarak İttihat Terakki aleyhinde olmasıdır. El-Muktebes ve El-Müfid aynı akıbete uğramamıştır.
Hükümet içeride yayınlanan gazetelerin kontrolünü titizlikle sürdürürken bir yandan da dışarıda neşredilen gazetelerin Memâlik-i Osmaniye’ye sokulmaması için gayret sarf ediyordu. Paris’te Şerif Paşa tarafından Fransızca olarak neşredilen Meşrutiyet Gazetesinin, meşrutiyet idaresi aleyhinde yayın yapması nedeniyle memlekete sokulmasının men‘i isteniyordu. Mısır’da neşredilen “Bildirim” isimli gazetenin de yine meşruti idare aleyhinde yayın yapması sebebiyle Meclis-i Vükela’ca memlekete sokulmasının yasaklandığını görüyoruz. Burada üzerinde duracağımız bir konu da Osmanlı Devleti’nin bünyesinde bulunan diğer milletlerin basın yoluyla hükümet ve meşrutiyet aleyhinde yaptıkları yayınlardır. Özellikle İstanbul’da yayımlanan Ermeni gazetelerinin etkisiyle taşradaki Ermeni gazetelerinin de meşrutiyet aleyhinde yayınlar yaptıkları görülmektedir. Bu gibi yayınların ittihada değil aksine ihtilale yol açacağı endişesi belirtilmiştir. Arnavutların “Novellig” isimli cemiyetleri de Atina gazeteleri aracılığıyla, meşrutiyetin ilanına rağmen Arnavutların hak ve özgürlüklerine kavuşamadıklarını duyurmaya çalışmıştır. Filibe’de neşredilen Güneş Gazetesi’nde yayımlanan makalenin -“Kalb ve vicdan menbaı diyanettir. Muhabbet ve irfan mebdei medeniyettir”- diyanet-i islâmiye aleyhinde olması hasebiyle Osmanlı Devleti’nde dağıtılması yasaklanmıştır. Bu makalenin münderecatı medreseden yetişenlerin taassup içinde olduğu, bazı örneklerle de (itikadi noktada hassas konulara temas ile) halkın kafasını karıştıracak hususlardır. Osmanlı toplumu her ne kadar meşruti bir yönetime geçmişse ve bu yönetim şeklini halk coşkuyla karşılamışsa da geleneksel yapısını muhafaza etmektedir. Bu tarz fikirler geleneğe aykırı ve saf dimağları zehirleyici niteliktedir. Bu sebeple bu yayına da izin verilmemiş ve Osmanlı’da tevzi‘i yasaklanmıştır. Hükümet zararlı yayın yapan gazetelerin takibini titizlikle sürdürmekteydi. Zira basın yoluyla geniş kitleleri etkilemek mümkündü. Beyrut’ta neşredilen “En-Nasır” isimli gazetenin içeriğinin de zararlı olması hasebiyle sorumlularının bulunup kanuni işlem yapılması ve bu nevi neşriyata meydan verilmemesi yönündeki bir başka kararı görmekteyiz. Bu gazeteye ulaşamadığımız için münderecatını burada veremeyeceğiz.
Dahili ve harici basının hükümet aleyhine yayınları devam etmektedir. Humus’ta neşredilen “Delil-i Humus” gazetesinin hükümet aleyhine yaptığı yayınlardan dolayı kanuni işleme tabi tutulduğunu yine Erzurum’da Ermenice yayınlanan “Area” gazetesinin de fesat çıkarıcı yayınlarından dolayı süresiz kapatıldığını görmekteyiz. Bu gazetelerin içeriği hakkında da gazeteler elimizde olmadığı için bilgimiz bulunmamaktadır.
İttihat Terakki iktidarına karşı hoşnutsuzluk artmaya başlamış, muhalefet çoğalmıştı. Bu muhalefet de kendisini basın yoluyla gösteriyordu. Basının bu konudaki önemini İzmir-Aydın bölgesine ait gazete tirajlarını verirken daha iyi göreceğiz. Basında hilaf-ı hakikat haberler artmaya başlayınca ittihad sansürü de o derecede artıyordu. 1909’da çıkan Matbuat Kanunu’da bazı değişikliklere uğramıştır. 3 Mart 1912 tarihli geçici kanunla, siyasal gazete imtiyazı almak için İstanbul’da 500, taşrada 200 lira depozito yatırılması, askerlerin yazı yazmalarının yasaklanması hükme bağlanmıştır. 16 Şubat 1913 tarihli geçici kanunla, edep ve ahlak kurallarına aykırı yazı ve resimlerin yasaklanıp toplatılması kabul edilmiştir. 9 Mart 1913 tarihli geçici kanunla, mebusların ve ayân meclisi üyelerinin gazete sorumlu müdürü olmaları yasaklanmış ve gazete satıcılarının polisten belge almaları zorunluluğu getirilmiştir. 9 Kasım 1913 tarihli geçici kanunla, devletin iç ve dış güvenliğini bozabilecek biçimde yayın yapan gazetelerin bankalar kurulu kararıyla kapatılabilmesi öngörülmüştür.
Hükümet tebaasının birliğini muhafaza etmek için halkın fikrini bozucu, halkı heyecana getiren yayınların önüne geçmeye çalışırken bunun takibini de titizlikle sürdüyordu. Paris’te neşredilen Serbesti gazetesinin Osmanlı’ya sokulmasının yasaklanması yönünde çıkan kararın takip sürecinin titizliğini gazetenin görüldüğü her yerde yapılan yazışmalarda görmekteyiz. Öyle ki, gazetenin gizlice çeşitli şahıslara gönderildiği istihbaratı alındığında nüshalarının toplatılması emredilmiştir. Yazarlarının birçoğu Serbesti gazetesinin yazarlarından olan Sadâ-i Millet Gazetesi’nin de yaptığı yayınlar muzır bulunmuş asayişi bozduğu, halkı galeyana getirdiği gerekçesiyle kapatılmıştır.
Hükümetin basına uyguladığı sansür, yasaklar kısaca bütün bu baskılar yeni kurulmaya çalışılan rejimin muhafazasına yönelik, kahir ekseriyeti devlet işlerinde acemi olan yöneticilerin dirayetsizliğindendir. Yönetici kesim meşruiyetini ispatlamak için aleyhlerinde olan her türlü yayına yasak getirmiştir. Basın kamuoyunu yönlendirmede tabi şimdiki kadar etkili değildi. Ancak burada İzmir-Aydın bölgesindeki bazı gazetelerin kamuoyuna olan etkisine ve hükümetin bu yayınlardan duyduğu rahatsızlığa bakınca bu gazetelerin de yabana atılmayacak bir rolü olduğunu görmekteyiz. Bu arada elimizdeki belgelerin ışığında İttihat Terakki aleyhinde olan basının daha çok Suriye, Mısır, Selanik, Mısır, Paris ve tabi ki İzmir’de bulunduğunu görmekteyiz. Bunun sebebi de herhalde müdahale edilmesi zor yerler olmasındandır. Müdahale edilebilinecek en yakın yer İzmir bölgesi orada da gazeteler kapatılmıştır. Diğer bölgelerdeki gazeteler için ise memlekete sokulmaması yönünde karar çıkmıştır. Ekseri olarak İstanbul ve Anadolu’da bulunan gazeteler aynı akıbete uğramıştır.
İzmir’deki bazı gazetelerin tirajları şöyledir: Anadolu Gazetesi; sahibi Rüşdi Bey, sorumlu müdürü Hüseyin Hüsni Bey, bir defada çıkan gazete adedi 1250.
Köylü Gazetesi; sahibi Mehmed Refet Bey, sorumlu müdürü Mehmed Refet Bey, bir defada çıkan gazete adedi 6000.
Köylü gazetesinden burada bahsetmemiz icap ediyor. Zira gazete hükümeti oldukça rahatsız etmiş yayınlarıyla halkı mitinge davet etmiştir. Gazete Türkçe olup sloganı “her şeyden yazar, doğruluktan ayrılmaz, ahalinin ve başlıca esnafın, köylülerin, rençberin, işçilerin ilerlemelerine çalışır, kanuna uygun işlerine yardım eder” şeklindedir. Gazete 15 Za 1327’de 378 numaralı sayısında “Acı tatlı veya tatlı sert sözlerden” başlığı altında tensikat meselesinden bahisle hükümet aleyhinde bir makale derc etmiştir. Gazetenin devam eden sayfalarındaki başka bir makalede meşrutiyetin tanımı yapılıp halkın meşrutiyetten faydalanamadığını belirtilmektedir. Çözüm için iki vasıta gerekli görülüyor. Hükümetin rahatsızlığı da tam burada başlamaktadır. Makalede meşrutiyetten faydalanabilmenin yollarından birinin miting diğerinin de gazeteler olduğu dile getirilmektedir. Burada ki miting kavramı halkın kitle, birlik olabilmesi şeklinde yorumlamak mümkündür. Nitekim gazetedeki ifadeyle “Ahalisiz yani mitingsiz parmaksız gazete bir el, gazetesiz ahali ise dilsiz bir adamdır. Bunların ikisi birleşdimi meydana hem dili sağlam güçlü kuvvetli bir pehlivan çıkar” denmektedir. Aynı gazetenin 506 numaralı sayısında jandarma ile ilgili bilgi verilmiş ve jandarmanın halka yaptığı kötü muameleden bahsedilmiştir. Hükümet ise bu haberin asılsız olduğunu ve gereğinin yapılmasını istemiştir. Köylü gazetesinden başka Ahenk ve Mülhakat gazeteleri de halkın fikrini bozucu neşriyat yapmaları hasebiyle kapatılmaları için teşebbüste bulunulmuştur. Mülhakat Gazetesinin sahibi ve sorumlu müdürü Ömer Beyzade Ahmed Refiktir. Gazetenin sloganı “ahali dostu tenkid gazetesi mesleği doğruyu söyleyebilmektir” şeklinde ifade edilmiştir. 15 Za 1327 tarihli sayısında “hükümet hem hırsızdır hem katildir” isimli makale ile hükümete ağır eleştiriler getirmektedir. Nihayet yayınlarından dolayı İzmir ve civarında çıkan bu üç gazetenin –köylü, mülhakat, ahenk- Kanuni Esasi’nin 113. maddesi de göz önünde bulundurularak kapatılmaları öngörülmüştür.

SONUÇ

Netice itibariyle Meşrutiyetin tekrar ilanı ile yaşanan coşku uzun sürmemiştir. İhtilali gerçekleştiren kadro yöneticilik tecrübesi kazanamadan yoğun eleştirilere maruz kalmıştır. Bunun neticesi de giderek artan baskı olmuştur. Yasaklamalar ve sansür hükümetin gözünde iktidarı elinde tutmanın kolay yolu olarak görülmektedir. Meşrutiyetin tekrar ilanı ile yaşanan basın patlamasının önüne yeni Matbuat Kanunu ile geçilmiştir. Gerek bu kanunla gerek Kanuni Esasinin tadiliyle hükümet basını istediği gibi kontrol altına almayı başarmıştır. Nihai amacı ülkenin bütünlüğünü bütün unsurlarıyla muhafaza etmek olan hükümetin bu icraatlarının sonuçları istenildiği gibi olmamıştır.

One thought on “Osmanlı Devleti'nde Basın”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir