Anadolu Uygarlıkları

HİTİTLER

İ.Ö. 2000 yıllarında Hititler, Kafkasya üstünden Anadolu’da Kızılırmak yöresine geldiklerinde, burada yerli bir halk olan Hattilerle karşılaştılar ve ileri bir kültür düzeyine erişmiş olan bu topluluğun içinde eriyip onlarla bütünleştiler. Dinsel ve toplumsal birçok gelenek, Hititler zamanında da yaşamış, hatta başkentleri Hattuşaş’ın adı bile Hatti dilinden gelmiş, Hitit devleti zamanında da Anadolu’ya Hatti ülkesi denmiştir. Asur koloni devrinin bitiminde, İ.Ö. 1850 yıllarında, Kuşşar kralı Anitta, Neşa, Kaniş, Hattuş gibi kentleri alarak kendini krallar kralı ilan etti ve böylece ilk kez Anadolu birliğini kurmayı başardı. Bu nedenle Hititler, soylarını sayarken ilk kralları olarak Anitta’yı göstermişlerdir.
Anitta öldükten sonra İ.Ö. 1740-1710 yılları arasında Tuthalya I.onun yerine de oğlu Puşaruma İ.Ö. 1710- 1680 yıllarında kral oldu. Bundan sonra, Hititlerin başına Labarna I geçti. Labarna I, kardeşi Papadilmah ile taht kavgası yaparak hükümdar oldu ve kendinden o kadar söz ettirdi ki, genellikle ilk Hitit kralı olarak anıldı; ayrıca kendinden sonra gelen Hitit kralları da onun adını unvan olarak kullanmışlardır.
Labarna I, Hititlerin başkentini, Boğazköy’e taşıyarak çevresini surlarla donatıp güçlü bir kent durumuna getirdi. Boğazköy’de bulunan Hititlerin kötü günlerinde yazılmış bir belgede ondan şöyle söz edilir: “Eskiden Labarna I büyük kraldı, oğulları, kardeşleri ve akrabaları, aile çevresi ve askerleri arasında birlik vardı. Ülke küçüktü ama, hangi ülkeye giderse, orasını egemenliği altına alırdı. O, ülkeleri yendi, denizi sınır yaptı.” Bu belge¬den Labarna I zamanında Hititlerin Kızılırmak kavsinden taşarak denize kadar uzandıkları anlaşılır.

Anadolu Uygarlıkları

İ.Ö. 1650’de ölen Labarna I’in yerine, Hattuşiliş 1 (Labarna II) geçti; bu kral zamanında da Hitit sınırları Halep’e kadar uzandı. Hattuşiliş I, bir vasi¬yetname bırakarak öldü: Buna göre, büyük oğlu Huzziya’yı veliahtlıktan azlediyor ve yerine torunu Murşiliş I’i getiriyordu.
Kral Hattuşiliş’in bu vasiyeti üstüne 1620’de tahta çıkan Murşiliş I,sefere çıkarak Babil’i aldı, Suriye’yi de top¬raklarına kattı. Böylece Hitit sınırları Suriye’ye ulaşmış oluyordu. Ama kral Suriye’de seferdeyken, saray entrikaları başgösterdi, dönüşünde de bu olaylar etkin kralın tahttan indirilmesine yol açtı. Kralı deviren Hantili’yi de suç ortağı Zidanta devirdi; onun da yaşamına oğlu Ammuaaş son verdi. Bu kral zamanında ülkede büyük bir kıtlık ve ayaklanmalar baş gösterdi. Eskiden ele geçirilmiş olan Arzava, Adaniya, Şallapa gibi kentler başkaldırdı, çok geç-meden Kizzuvatna krallığı da isyan etti; güçsüz kalan devlet, ancak onunla eşit koşullarda anlaşma yapabildi. Kuzey Suriye, Mitanni devleti¬nin egemenliğine girdi, devlet giderek güçsüzleşmeye ve sınırları daral¬maya başladı; komşu devletlerbüyük bir güç olurken Hitit devleti, ardı arkası kesilmeyen taht kavgaları içinde İ.Ö. 159ü yılından Şuppiluliuma’nın İ.Ö. 1375 yılında başa geçme¬sine kadar varlığını sürdürdü. İ.Ö. 1525-1500 yılları arasında tahta geçen Telepinu bu taht kavgalarına bir son vermek istedi ve bu amaçla da ünlü Telepinu fermanını ilan etti. Her ne kadar Telepinu bu fermanı çıkarıp ülkeyi rahata kavuşturmak istediyse de, ondan sonra, İ.Ö. 1550-1450 yıl¬ları arasında bütün eski doğu karan¬lığa gömüldü. Telepinu’dan sonra Alluvamna, Hantili II, Zidanta II, Huzziya II, Arnuvanda I, Hattuşiliş II, Tuthalya III ve Arnuvanda II kısa aralıklarla Hitit tahtına çıktılar. Arnuvanda H’nin ölümünden sonra veliaht Tuhkantie öldürülerek İ.Ö. 1375′te Şuppiluliuma tahta geçirildi. O da Hitit tarihinde yeni bir devlet, hatta yeni bir imparatorluk kurdu. Önce, Kastamonu çevresinde oturan ve kendilerini sürekli huzursuz eden Gaşkaları egemenliği altına aldı, Balı Anadolu’da bulunan birçok krallıkla ya anlaşma yaptı ya da egemenliğini kabul ettirdi. Bazılarına da kız vere¬rek akrabalık kurdu. Kizzuvvatna’yla anlaşarak Kilikya kapılarını elinde tuttu; Suriye’de bulunan Mitannilerin üstüne yürüyerek bu devleti ortadan kaldırdı. Böylece sınırlarını Mezopotamya’ya kadar genişleterek Hitit devletini Hitit İmparatorluğu haline getirdi. Ortadan kaldırılan Mitanni kralı, Mısır’dan yardım istedi, bu sırada yeni bir dinle uğra¬şan Amenofis II bu yalvarmalara aldırmayarak Hititlere savaş açmak¬tan kaçındı. Amenofis II’nin ölümün¬den sonra Hititlerle Mısırlıların arası açıldı. Mısır kraliçesi Dahamurmiş, Hitit kralı Şuppiluliuma’dan, ketdine koca olarak, bir oğlunun Mısır’a gönderilmesini istedi. Hitit kralı bunda yarar görerek oğullarından birini Mısır’a gönderdi, ama kraliçenin bu isteğini öğrenen bazı kişiler Hitit prensini sınırda öldürdüler. Bunun üstüne Hititlerle Mısırlıların arası açıldı.

Anadolu Uygarlıkları

İ.Ö. 335’îe Şuppiluliuma önce. yerine oğlu Arnuvanda I geçti, onun da vebadan aynı yıl içinde ölmesi üstüne,henüz çocuk yaşta olan Murşiliş ll tahta çıkarıldı.Bu kral,dedesinin aldığı yerlere yeni yerler katarak ülkesinin sınırlarını genişletti. Otuz yıla yakın bir süre hükümdarlık yapan kral Murşiliş H’ninvebadan ölmesi üstüne, yerine İ.Ö. 306’da büyük oğlu Muvatalli geçti; babası gibi ülkenin sınırlarını sağlamlaştırdıktan sonra Mısır seferi hazırlıklarına başladı. Vergi ödeyerek yaşamı¬nı sürdürmeye çalışan Suriye’deki Amurru devletinin Mısır’dan yana olması ve Mısır’ın da bu devleti korumak istemesi, dönemin iki güçlü devleti olan Mısır ile Hitit’i karşı karşıya getirdi. Hitit ordusu Mısır’a doğru yürürken, onu durdurmak isteyen Mısır ordusu da Kadeş’e doğru ilerledi. Kadeş’te karşılaşıp savaşan iki ordu, sonunda dünyanın ilk yazılı anlaşması olan Kadeş anlaşmasını imzaladı.
Kadeş anlaşmasını imzalayan Hattuşiliş III arkasında barış içinde bir ülke bırakarak ölünce, yerine geçen çocuk yaştaki Tuthalya IV, annesi Pudu-Hepa ile Hitit tahtını yönetti. Tuthalya IV’ün ölümü üstüne yerine İ.Ö. 1220 yıllarında Arnuvanda IV geçti; o da ölünce, yerini İ.Ö. 1190’da kardeşi Şuppiluliuma II aldı. Ne var ki, bu kral zamanında, Avrupa’dan Anadolu’ya “deniz halkları” olarak adlandırılan topluluklar ardı arkası kesilmeyen göçler yaptı. Göç eden halklar Mısır kapılarına kadar da¬yandılar. Böylece, Anadolu’da 600 yıllık bir imparatorluk kurmuş olan ve yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşan Hititler de yıkıldı.

Hitit Sanatı

Hitit sanat ürünlerinin tümünde, temel öğelerin Sümer sanatından kaynaklandığı sanılır.
Bu kültür birikimine bir yandan, yerli halkın yarattığı Hatti uygarlığına,yeni gelenlerin Hint-Avrupa katkısı; öte yandan da Mezopotamya ve Mısır’ dan kaynaklanan dış etkiler eklenmiştir.
Eski başkent olan Hattuşaş ve Alacahöyük kalıntıları, yetkin bir biçimde Hitit mimarisinin özelliklerini yansıtır. Tepe üstüne kurulmuş, tahkimli bir kale duvarı ve iki kaleyle korunmuş olan Hattuşaş, hem bir savunma kaygısını yansıtır, hem de sarayında yaşayan kralların otoritesini vurgular. Kentin anıtsal kapıları, yapı sanatının en etkileyici örneklerini oluşturur. Bunlar bazen aslanların cepheden görüntülerini veren söve pervazları, bazen de Hitit heykel sanatının en ünlü “kral” kabartmasıyla donatılmışlardır. Yazılıkaya’da, çok zengin görünümlü bir açık hava tapınağı vardır. Alacahöyük siti de sfensk ve aslanlarla donanmış kapıları, tahkimli kale duvarlarıyla Hattuşaş kalıntılarını andırır.
Alçak kabartmaların çok büyük boyutlu olmalarına karşılık damgalar ve silindir mühürlerle belirginleşen gliptik sanatı, küçük boyutlu bir oymacılığın geliştiğini gösterir. Söz¬gelimi, Aydın’da bulunmuş silindir mühürlerin boyu 4,5 cm’dir.
İki ya da üç kulpu testiler, su küpleri ve vazolarda yer alan Hitit seramik süslemeciliğinde, motifler değişik kalınlıklarda çizgilerin kullanımıyla farklılaşır.
Metal işlemeciliği örneklerinden kuş, boğa ve geyik figürleri (tunçtan yapılmış gövdelerine kimi kez küçük gümüşten halkalar kakılmıştır) Alacahöyük’teki prens mezarlarında bulunmuştur.

YAZI VE DİL :

Hititçe, bugüne kadar bilinen en eski Hint-Avrupa dilidir. Hitit İmparatorluğu’nda bunun dışında Luvian ve Pala dillerinde olduğu gibi Hititçe’yle az veyâ çok akrabâ olan başka diller de kullanılmaktaydı. Luvca’nın dinsel konularda önemi vardı. Bu dillerle berâber Hititçe, diğer Hint-Avrupa dillerinden kelime hazînesi açısından kısmen farklı olan Hint-Avrupa dillerinin Anadolu kolunu oluşturmaktaydı.

Bunun yanında farklı yazılar da kullanımdaydı. Resmî diplomatik yazışmaları ve saray arşivleri Âsur (Akad) çivi yazısıyla yazılırken kayalardaki kabartmalar ve yazıtlar için Hiyeroglif denilen yazı kullanılırdı. Bugün, bu harflerle yazılan dilin bir Luvca lehçesi olduğu bilinmektedir. Hurrice de önemli bir diplomatik yazışma diliydi ve bilhassa Mittani İmparatorluğu’yla yapılan yazışmalarda kullanılırdı. Hitit çivi yazısının dili Friedrich Hrozny tarafından 1915’te çözülmüş, Hitit hiyeroglif yazısının 1940’lı yıllarda başlayan çözülmesinde ise Helmuth Theodor Bossert’in büyük katkısı olmuştur.

HİTİT DİNİ:

Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır. Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur. Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup’tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O’dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.

YÖNETİM MERKEZİ :

Hitit dîni çok tanrılı bir dindir; panteonun (tanrılar ailesi) içinde binlerce tanrı ve tanrıça vardır ve bunların pek çoğu diğer kavimlerin dinlerinden alınmıştır. Hititler’de tanrılar, tıpkı insanlar gibidir. Fiziksel şekilleri insan gibi olduğu kadar rûhen de onlarla aynı olup insanlar gibi yerler, içerler, kendilerine iyi bakıldığı sürece insanlara iyilik ederler; ancak ihmâl edildikleri zaman hemen intikam almaya, insanları en acımasız yöntemlerle cezâlandırmaya hazırdırlar. Bir Hitit metni, insanlarla tanrıları birbirleriyle kıyaslamakta ve tanrı-insan ilişkilerini bey-hizmetçi ilişkilerine benzetmektedir.
Hitit devletinin panteonu, Anadolu ve Suriye şehirlerinin çeşitli yerel panteonlarının zamanla bir araya getirilip birleştirilmesinden oluşmuştur. Hitit devletinin başlangıcından îtibâren baş tanrı, fırtına tanrısı Teşup’tur. Kozmik dönemi (kâinâtı) sağlayan, krallığı ve ülkenin düzenini koruyan O’dur. Kral, efendisi adına ülkeyi yönetir.

Anadolu Uygarlıkları hakkında bilgi

URARTULAR

COĞRAFYA:
Devletin başkenti Doğu Anadolu’da Van Gölü‘nün doğu kıyısında yer almaktaydı; daha geç dönemlerdeki adı ‘Tosp’, Urartucadaki ‘Tuşpa’ adının Ermeniceleşmiş halidir.[kaynak belirtilmeli] Van Gölünden 1625 metre yüksekte olup Urmiye Gölü’nden 336 metre daha yukarıda yer almaktadır. 3400 ve 5000 km²’yi bulan alanlarıyla her iki göl de Anadolu-İran bölgesinin en büyük gölleridir. “Deniz” olarak da değerlendirilirler. Asurlar (Aşurlar, eski Asurlar)’ın coğrafi metinlerinde Van Gölü’nden “Nairi’nin Yukarı Denizi”, Urmiye Gölü’ndense “Nairi’nin Aşağı Denizi” olarak söz edilir. Bugün dahi UrumiyeGölü’nün Farsçası “Deryaçe” yani “Küçük Deniz” anlamındadir. Urartu yerleşim bölgesinin sınırlarını, batıda Karasu-Fırat, kuzeyde Kuzey Ermenistan dağları, doğuda İran Azerbaycan’ındaki Savalan Dağları, güneyde ise Zagros Dağları‘yla birleşen Doğu Toroslar oluşturur. Efsanevi Ağrı Dağı bu dağlık bölgenin orta noktasındadır. İncil’deki masoretik ünlüleştirmeden ötürü bu dağ, Urartu adının “R R T” ünsüzleriyle yazılması sonucu “Ararat” adını almıştır. 5165 metrelik yüksekliği ile Büyük Ağrı Dağı, Kafkasya’nın güneyindeki en yüksek dağdır. Küçük Ağrı Dağı, Tendürek, Aladağ, Süphan Dağı ve Nemrut Dağı gibi genelde 3000 metreyi geçen diğer dağların çoğu Van Gölü yakınlarında yer almaktadır.
İbadetler:
Urartu tanrıları için ritüeller eşliğinde kurbanlar kesilmesi esasına dayanmaktadır. Kurbanlar koyun, inek, ve sığır olarak çeşitlilik arzeder ve Urartuların 79 tane tanrılarından her bir tanesi için kaç tane koyun / sığır kesileceği belirlenmiştir. Ayrıca devletin başkenti olan Tuşpa için de kurban kesilmekteydi. Kesilen hayvanların kanlarının ‘nde ki bir meydanda toplanması için drenaj kanalları inşaa edilmişti. Araştırmacı bilimadamları benzer kanallardan diğer yerleşim site ve şehirlerinde de keşf etmişlerdir. Kesilen hayvanların yaşlarının ortalama iki günlük olacak kadar çok genç oldukları anlaşılmıştır. Blur-Karmir (Kızıl-Tepe) mevkîinde yapılan araştırmalar sırasında dört binin üzerinde kurban edilmiş hayvan külleri bulundu. Alman arkeologların Rusahinili (Toprak-Kale) mevkîinde yürüttükleri araştırmalar neticesinde hayvan kemiklerinin arasında bazı çocuk kemiklerininde bulunmasıyle insan kurban etme adetinin de Urartuların gelenekleri arasında olduğu sonucuna vardı. Haldi’nin onuruna çocukların nasıl kurban edileceğini ve hangi ritüellerin uygulanacağını açıklayan bir kil tablet ele geçirilmiştir.

DİN VE TANRILAR:

Van / Mehr Kapısı (Mağara Tapınağı) anıtındaki yazıta göre, Urartuların inandığı, kutsadığı ve adlarına belirli dönemlerde kurban kestiği 79 tanrı, tanrıça ve tanrısal özellik bulunmaktadır. Bunlardan ilk üç sırayı Haldi, Teişeba ve Şivini paylaşır. Haldi – (Eşi Bagbartu / Bagmaştu / Arubani) Urartuların baştanrısı idi. İsim olarak kökeni 13. yüzyıl Asur yazıtlarına kadar inmektedir. En büyük tapınağı Musaşirin’de idi. Teişeba (Fırtına tanrısı) Hurrikökenlidir ve Hititlerde Teşup ile aynı tanrı olmalıdır. Şivini de (Güneş tanrısı) olup Hurri kökenlidir. Hititler’deki Şimegi’nin karşılığıdır. Urartular büyük merkezlerde tanrıları için kule tipi tapınaklar ve açık alanlardaki kayalara kapı görünümlü kutsal nişler yapmışlardı.

Cenaze Törenler:
Cenaze töreni bölgeler arasında farklılıklar göstermektedir. Araştırmacılar Urartu kültürünün karakteristik bir cenaze töreni olmadığını ve defin törenlerinin değişiklik arzetttiğini saptamışlardır. Mezarlar içinde yakılan cesetlerin küllerinin yanı sıra bilezik, kemer, ve bronz eşyalar da bununmuştur. Bu bulgulardan Urartuların ölümden sonra bir yaşama inandıkları sonucuna varılmıştır. Bir yerleştirilen kül Cesetlerinin yakılması ardından Urn gibi yerlerde toprağa gömüldükleri, bazen de, küllerin saksılar içine doldurulduktan sonra saklandığı anlaşılmıştır. Urartular’da şeklinde yaygın cenaze şekli cesetlerin yakılması idi. Bu yöntem öncelikle saraylarda krallara yapılan törenlerde uygulanmaktaydı. Tuşpa’da kral küllerinin saklandığı mağaralar bulunmuştur. Van Kalesi’nde Kudüs ve Frig mezarlarına benzer kaya mezarlar ortaya çıkarıldı. Mısır antik mezarların inşası ile benzerlikler cenaze törenlerinin çok kültürlülük arzettiğini kanıtlar niteliktedir.


Dil ve Yazı :
Ana madde: Urartuca
Urartuların kullandığı dil ile Hint-Avrupa dil ailesi (misâl Ermenice,Zazaca, Farsça) ve Sami dil ailesi (Aramca, Arapça) arasında hiçbir bağ yoktur. Urartuların konuştuğu dil Hurrice ile ayni kola ait olup büyük akrabalık içermekte ve en çok Kuzeydoğu Kafkasya Dil ailesi (Çeçence) ile benzerlik göstermektedir.[1] Ancak akrabalık dereceleri daha kesinlik kazanmamıştır. Ata torun ilişkisinden bahsetmek için henüz çok erkendir. Yaşayan diller arasında en çok ortak kelime Urartuca ile Kuzeydoğu Kafkas dilleri arasındadır, toplam bilinen 350 Urartuca kelime kökünden 169’u.[2]
Yazı olarak kendine özgün bazı karakteristlik özellikler gösteren çivi yazısı ve bazı anıtsal yapılarda ise hiyeroglif kullanmışlardır. Urartu Devleti çivi yazısını ve Hitit hiyeroglif yazısını kullanmışlardır. Urartular’ın devletler arası yazışmalarda Asur dilini sıkça kullandıkları ele geçirilen çivi yazılı kraliyet metinlerinden anlaşılmaktadır. M.Ö. VII. yüzyıla ait olup Kral II. Rusa tarafından bazı idari yazışmalarda kullanılmış tabletler kale içinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Urartuca yazılı tabletler Alman dil bilgini Johannes Friedrich tarafından günümüze tercüme edilmiştir.

Ölü Gömme:
Urartu’da yakarak veya yakmadan gömü yapılmaktaydı. Yönetici kesim ve olasılıkla aileleri büyük kale ve merkezlerin yakınındaki çok odalı kaya mezarlarına birlikte, diğerleri ise sosyal statülerine göre toprak altına inşa edilen oda mezarlara, basit toprak mezarlara veya yakılarak urne adı verilen küplere gömülmekteydiler. Merkezde Van Kalesi, batıda Palu,Malazgirt ve Altıntepe’de, kuzeyde Aras Nehri’nin güney bölgesinde, doğuda Şangar (İran’da Bastam’ın kuzeyi) gibi önemli yönetim merkezlerinin yakınında çok odalı kaya mezarları bulunmaktadır. Dilkaya Höyüğü, Karagündüz Höyüğü ve Yoncatepe Höyüğü’nde ise soyulmadan günümüze ulaşmış, içinde birden çok gömü bulunan yeraltı oda mezarları incelenmiştir. Ölümden sonraki yaşama inandıkları için ölülerin mezarlarına günlük yaşamda kullandığı eşyalar konulurdu yastık, çanak, çömlek v.s.

SİYASAL VE KÜLTÜREL İLİŞKİLER:

Urartu tarihinin önemli bir bölümü güneydeki büyük düşman Asur ile mücadeleye odaklanmıştır. Ayrıca Menua döneminden itibaren kuzeyde yerel Diauehi Krallığı Erzurum çevresinde ve mahalli beylikler üzerine, güneybatıda Hate (Malatyaçevresi), güneydoğuda ise Kuzeybatı İran’a; I. Argişti döneminde Hate – Tabal (Tuate’nin ülkesi); II. Sarduri Melitia, Qumaha (Adıyaman bölgesinde) ve kralı Kuştaşpili; II. Rusa ise Hate, Halitu ve Muşki üzerine sefer yapmışlardır
Urartu Krallığı‘nda çivi yazısı, yıllık sefer yapma, ölçü sistemi, kralı unvanlar, stel dikme, savaş taktikleri, nüfus nakilleri, resim, süsleme ve kabartma sanatı gibi uygulamalar, Asur etkili olarak gelişmiştir. Mimari, sorguçlu miğferler, kazanlardaki siren eklentileri, hiyeroglif yazısı, yakarak gömme, fildişi sanatı gibi dallar ise Kuzey Suriye’den etkiler almıştır. Bronz levhalar üzerindeki bezemelerde Asur etkisi yanında Geç Hitit izleri de görülmektedir. Bütün bu etkiler Urartu insanı ve zorlu coğrafyasıyla bütünleşerek yeni biçimler almış ve Urartu sanatını oluşturmuştur.

FRİGLER

TARİHÇE:

Tarihçi Herodot ile coğrafyacı Strabon’a göre Frigler, Avrupalı bir kavimdi ve Anadolu’ya gelmelerinden önce “Brigler” olarak anılıyorlardı. Friglerin ilk kralı ülkenin başkenti Gordion’a adını veren Gordias’tır. Tarihçi Arianos’a göre Gordias Thelmessos’lu (Fethiye) bir kadınla evlenmiş ve Midas adını verdiği bir oğlu olmuştur. Geçmiş dönemlerine ait kesin bilgiler bulunmayan Friglerin en çok bilinen ve meşhur kralı Midas’tır. Ancak yapılan bazı araştırmalara göre Frigyalıların bütün krallarına Midas adını verdiği de söylenmektedir.
İlkk önce Bitinya adı verilen Karadeniz’in batı kıyılarına, daha sonra şimdiki Kütahya, Eskişehir, Afyon, Ankara ve Sakarya vadilerini içine alan bir bölgede yerleşen Frigler, ilerleyen zamanla daha geniş bir alana yayılmışlardır. Asurlar ile sürekli savaş halinde olan Frigler, Midas’ın tahta geçmesiyle beraber Asurlarla barış yaparak Güneydoğu sınırlarını güvence altına aldılar. Midas ardından Batı Anadolu kentlerinden Kymekralının kızıyla evlenerek batı ülkeleriyle dostça ilişkiler kurmaya yönelir. Ayrıca Fildişi tahtını Yunanistan’daki Delfoi Apollon Tapınağı’na armağan ederek Kıta Yunanistanı ile ilişkileri güçlendirir. Gordion’da yapılan kazılarda ele geçen Yunan çanak-çömlekleri bu ilişkilere ait diğer örneklerdir.

Frigler’in Sonu:
Ancak bu barış dönemi, MÖ 700 yıllarına doğru, Kafkaslar üzerinden Doğu Anadolu’ya giren Kimmerler’in, önce bölgedeki Urartular’ı güçsüzleştirdikten sonra Kızılırmak’a kadar gelmeleriyle bozulur. Frig-Kimmer savaşı sonunuda Frigya tamamen tahrip olur. Kral Midas yaşanan bu hezimet üzerine yaşamına son verir (MÖ 676). Batıya kaçan Frigler, küçük beylikler halinde bir süre daha varlıklarını sürdürürlerse deLidyalıların egemenliğine boyun eğerler.

Sümerler Hakkında Bilgi

Din ve Mitoloji
Frigler de Hititler gibi çok tanrıya inanırlardı en önemli tanrıçaları ise Kibele’dir. Başlıca Frig tanrıları şunlardır;
Kibele: Ana tanrıça, toprak ve üretim ile ilgilidir.
Attis: Kibele’nin sevgilisi, tanrısallaştırılan ölümlü Attis
Sabazios: Trakya kökenli tarım tanrısı.
Men: Ay tanrısı

TARIM :

Friglerin en önemli geçim kaynakları hayvancılık vetarımdı. Hatta bununla ilgili kesin kanunlar koymuşlardır. Öküz kesmenin ve saban kırmanın cezası ölümdü. Ayrıca ekili araziye zarar vermenin cezası da ağırdı. En büyük gelirleri tarımdan olduğu için o konuya çok önem vermişlerdir.

.

LİDYALILAR

TARİHÇE:
Anadolu’nun batısında Gediz ve Menderes ırmakları arasında kalan bölgeyeAntik çağda Lidya, bu topraklarda yaşayanlara da Lidyalılar denilmiştir. Hint-Avrupa kökenli bir kavim olan ve doğudan Anadolu’ya gelen Lidyalılar önceHititler’in daha sonra da Frigler’in egemenliği altında yaşadılar. Dilleri, Hitit dili ile benzerlik göstermektedir.
Lidyalılar, Frigyalıların yıkılmasından sonra Kral Giges zamanında bağımsız bir devlet kurdular (M.Ö. 687). Lidyalıların başkenti, dönemin en büyük ve zengin kentlerinden olan Salihli yakınlarındaki Sardes (Sard)’dır. Giges, devletin sınırlarını genişletti. Doğu sınırları Kızılırmak ırmağına kadar uzandı. Kimmerlerekarşı Asurlularla işbirliği yapmışlar ve bunun sonucunda Kral Yolu Asur’a kadar uzanmıştır. Kral Alyattes zamanında Medlerle savaş yapıldı. MÖ 585 yılında barış yapılarak, Kızılırmak iki devlet arasında sınır oldu.
Lidyalıların parayı bulan ilk uygarlık olduğuna dair bir kanıt vardır. Para kullanımı daha eski medeniyetler olan Sümerler’de ve Mısır’da da vardır. Resmi makamlarca onaylanmış bazı metaların ve belirli ölçekteki tahılın kullanımı ilk parasal ögeler sayılabilir.[1] Ancak günümüzdeki anlamına yakın kullanım Lidyalılara atfedilir. Heredot, Lidyalıların gümüş ve altın madeni parayı ilk defa kullandığını yazar.[2] Başka deyişle Lidyalılar zaten var olan para sisteminin aracı olarak altın ve gümüşütercih eden ilk uygarlıktır.
Son kralları Krezus dönemi Lidya’nın en parlak zamanı oldu. Başkentleri Sard aynı zamanda dönemin kültür ve sanat merkeziydi. Ancak bu durum uzun sürmedi. Adalar (Ege) Denizi’ne çıkmak istemeyen Pers Kralı Kyros (Kirus), Mısır’la ittifak yapan Lidya Kralı Krezus’u yenerek Lidya Krallığına son verdi (M.Ö. 546).
NOT:Krallarını TÜMÜLÜS adı verilen mezarlara gömmüşler:

Lidyalıların Parayı Bulması
Lidyalılar tarihte ilk madeni parayı icat edenlerdir. O zamanlarda paranın adı para değildi, Lidyalılar tarafından ona “sikke” deniliyordu. Sikke eski uygarlıklardan kalmış bir para türüdür. Altın, gümüş, bakır, nikel, tunç ve aliminyum gibi metalalaşımların karışımları ile üretilmiş olup ilkel çağlarda ticarette kullanılan takas (değiş-tokuş) yöntemi yerine daha kullanışlı bir değişim aracı arayışlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

İYONLAR

COĞRAFYA:

İlk Çağda, Anadolu’nun batı kıyılarına Yunanistan bölgesinden gelen Aiol ve Dorlar gibi yerleşen İyonlar, yaşadıkları bölgeye adlarını vermişlerdir. İyonya, batıda Ege Denizi; doğuda Lidya ve güneyde Karya ile Dor şehir devletleriyle çevrelenmiştir.
Strabon bölgenin kuzey ve güney sınırlarını Hermos(Gediz Nehri) ile Maiandros(Büyük Menderes Nehri) Irmakları olarak belirlemiştir. Ayrıca Sakız Adası ve Sisam Adası gibi adalar da, İyonya içinde sayılır.

TARİH:

Bugün Yunanistan’ın bulunduğu bölgeden gelen İyon kavimleri burada yerleşmişler. Yüksek bir uygarlık kurmuşlardı. Kıyı şehirleriyle Ege Denizi’ndeki adaların bir kısmı İyonlara aitti. İyonlar 12 şehir devleti kurmuşlardır ve bu 12 İyon şehrinin MÖ.1000 yılında kurulduğu tahmin ediliyor. Bu şehirler kısa bir süre içinde gelişmiş, batının birer uygarlık merkezi hâline gelmişti. Bu şehirler Efes,Selçuk Kolofon, Milet, Myus,Priene, Lebedus, Erthrae, Klazomensa, Phokaia (Foça), Smyrna (İzmir) ileKhios (Sakız) şehirleridir. Bu şehirler içinde Efes ve Milet, devrin bir kültür ve uygarlık merkezi olmuştur.
MÖ.700 yılında Lidya Kralı Giges, İzmir ve Milet şehirlerini istilâ etti, diğer şehirler ise ekonomik açıdan Lidya’ya bağlandı. MÖ.560-545′te Lidya kralı Kresus, İyonya’yı Lidya Krallığı’nın egemenliği altına aldı. Lidya Krallığı’nın Persler tarafından yıkılması ile Perslerin egemenliğini kabul ettiler.
İyon nizamı, Grek mimarisinde Dor nizamından sonra ortaya çıkmış yapı nizamıdır. İyon nizamında da karakteristik özellik sütunlarda toplanmıştır. Bu nizamla yapılmış tapınak sütunları ince uzun sütunlardır. Bir kaide üzerinde yükselmekte ve kıvrımlı başlık taşımaktadır. Sütunlar, taştan basamaklar üzerinde yer alır. Frizler ince uzun bir şerit halinde olup, üzerleri kabartma resimlerle süslenmiştir.
İyonlar denizci insanlardı. Birçok Akdeniz limanlarına mal taşıyarak hayatlarını kazanıyorlardı. MÖ. VIII.-VII. ve VI. yüzyıllarda en parlak devrini yaşayan İyon uygarlığı, V. yüzyılda Atina uygarlığının doğmasında önemli rol oynamıştır. İyonya, İyon felsefesinin beşiğidir. İyonya’da filozoflar, kendi aralarında bir İyon felsefesi kurmuşlardı.
Bu filozofların başında Thales gelir. Thales doğada en üstün kuvvetin su olduğuna inanmıştır. Thales’ten sonra Anaksimander ile Anaksimenes de her şeyin belirli bir kudrete bağlı olduğunu söylemişlerdir. Anaksimenes en üstün kuvvetin hava olduğunu söylemiştir.
İyonlar heykelcilikte, mimarlıkta da çok ilerlemişlerdi. Efes’teki Artemis Tapınağı, Samsun’daki Hera Tapınağı İyonya mimarlığının şaheserleridir.
Bölgede bulunan 12 bağımsız sahil kenti (Kuzeyden Güneye) Phokai (Foça), Klazomenai, Erythrai, Teos, Kolophon,Lebedos, Ephesos (Efes), Priene, Myos ve Miletos (Milet) ile birlikte Khios (Sakız) ve Samos (Sisam) ada kentleri idi. Bu kentler MÖ. 1000 dolayında Dorlardan kaçan Akalar tarafından kurulmuş 12 bağımsız şehir devletidir.
MÖ 7. 8. ve 6. yüzyıllarda İyon kentleri (özellikle bunların en önemlileri olan Ephesos, Miletos ve Samos) tüm Akdeniz havzası üzerinde güçlü bir ticari egemenlik kurdular; bilim, sanat ve felsefe alanında, daha sonra gelişen Yunan ve Roma uygarlıklarının temeli olarak kabul edilen büyük başarılara imza attılar.[kaynak belirtilmeli]
İyonya MÖ. 546 yılında Ahameniş İmparatorluğu egemenliğine girdi. MÖ. 502-496 yıllarındaki İyonya İsyanı’nın yenilgisinden sonra yıkıma uğrayarak önemini ve gücünü kaybetti. MÖ. 133’ten sonra Efes ve Milet, Roma İmparatorluğu’nun “Asia” eyaletinin önemli kentleri olarak yeniden kalkındılarsa da, MÖ. 6. yüzyıldaki kültürel ve siyasi önemlerine tekrar kavuşamadılar.
Eski Farsça “İonan” adı, Perslerin İyonyalılara vediği isimdi. Farsça ve Arapçadan Türkçeye Yunan biçiminde geçen bu ad, daha sonra Helen ulusunun tümü için İslam kültürel dairesindeki ulusların kullandığı ad oldu.

SİYASI YAPI:

Siyasi yapılanmaları bağımsız şehir devleti şeklinde idi. Şehir devletlerinin temsilcileri “Panionion” adlı kutsal alanda dinî ve siyasi amaçlar için dönemsel olarak toplanmakla birlikte, hiçbir zaman ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmediler. Hiçbir zaman bir araya gelmedikleri için ortak karar aldıkları bir yerde yoktur.
Tüm Karadeniz, Kuzey Ege, Güney İtalya ve Sicilya sahillerinde çok sayıda koloni kurarak Akdeniz havzasındaki ticari üstünlüklerini geliştirdiler. Amasra, Sinop, Trabzon, Batum, Kefe, Varna, Enez, Napoli, Sirakuza, Marsilya, Nis gibi birçok kent ilk kez İyonyalılar tarafından kolonize edildi.
İyon şehir devletlerinin başında en eski dönemde krallar bulunuyordu. MÖ. 7. yüzyılda halkın seçtiği kişiler, meclislerin yardımı ile şehirleri yönetmeye başladılar. 6. yüzyılda seçim yoluyla iktidarı ele geçiren güçlü yöneticiler tiranlık düzenini kurdular.

KÜLTÜREL YAPI :

Ön Asya ve Akdeniz ticaret yollarının kavşak noktasında bir ülke olmaları bilim ve kültür alanında ileri gitmelerinin en önemli nedenidir. Bunun yanı sıra merkezi otoriteye bağlı olmayan bağımsız kentler olarak örgütlenmeleri, özgür düşünce geleneğinin gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Milet’li Thales, Batı felsefesinin ve matematiğinin kurucusu olarak anılır. Thales’in öğrencisi olan Anaksimandros, insanlık tarihinde (resmî kayıtlar ve kutsal kitaplar dışında) ilk kez bağımsız bir kitap yazan kişidir. Milet’li Hekataios eleştirel tarih anlatımının ve ampirik coğrafyanın ilk önemli eserlerini verdi; bilinen ilk dünya haritasını yayımladı. Efes’li Herakleitos “bir insan aynı nehirde iki kez yüzemez” deyimiyle özetlenen değişim felsefesini geliştirdi. Samos’lu Pythagoras üçgenin açıları arasındaki ilişkiyi hesapladı; günümüze dek Batı ve Doğu müziğinin temelini oluşturan ses dizilerini tanımladı. Milet’liAnaksagoras İyonya felsefe ekolünü Atina’ya taşıyarak, Eflatun ve Aristoteles’in öncüsü olmuştur

İNANÇ :

Eski Yunan halkı arasında yaygın olan tanrılara ilişkin çeşitli inanç ve efsaneler ilk kez M.Ö. 9. yüzyılda İyonyalı destan şairi (muhtemelen Sakız’lı veya İzmir’li) Homeros tarafından derlenerek sistemleştirildi. Homeros’un sistemleştirdiği mitoloji, Atina’nın egemenliği döneminde (MÖ 5. yüzyıl) tüm Helen dünyasının dinî referans kaynağı olarak benimsendi. Yunan tanrıları insanlara benzerdi. Tanrılarla insanlar arasındaki en önemli fark da insanların ölümlü, tanrıların ise ölümsüz olmalarıydı. İyonyalılar birden fazla tanrıya inanıyorlardı.

MİMARİ :

Grek geleneğindeki ilk anıtsal taş yapılar olan Samos’taki Hera Tapınağı, Efes’teki Artemis Tapınağı ve Didim’deki Apollon Tapınağı, M.Ö. 560 dolayında inşa edildiler. Daha sonra yeniden inşa edilerek erken döneme ait izlerini kaybeden bu üç yapı, Batı mimarisinin başlangıç noktası olarak kabul edilir

YAZI :

Fenike Alfabesi’nden uyarlanan çeşitli Yunan Alfabeleri MÖ. 9. yüzyıldan itibaren yaygınlık kazandı. Bunlar arasında soldan sağa yazılan İyon Alfabesi zamanla diğerlerini tasfiye ederek tüm Helenler tarafından benimsendi. Hâlen Yunan Alfabesi olarak bilinen alfabe, İyon Alfabesidir. Latin ve Kiril (Slav) alfabeleri Yunan alfabesinden türemiştir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir