Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Çalışmaları
Yeni Türk harflerinin kabulüyle ,Arapça kelimelerin Türkçe’nin yapısına ne kadar yabancı olduğu meydana çıkmış, Arapça ve Farsça birçok kelimeler kendiliğinden kullanılmaz olmuştur. Türk dili davasını kesin bir karara bağlamak üzere son defa ele almak gerektiğini, zaruri bir netice olarak meydana çıkarmıştı. 12 Temmuz 1932 yılında Mustafa Kemal’in direktifiyle Türk Dil Kurumu kuruldu. amacı “Türk dilinin gerçek güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak onu dünya dilleri arasında layık olduğu yüksek mevkie çıkarmak”tı. İş bir harekat gibi planlandı ve çeşitli alanlara -dil bilimi, etimoloji, gramer, terminoloji, sözlük yazıcılığı vs.- hamleyi örgütlemek ve yöneltmek üzere bir dizi komisyonlar kuruldu. (21)
1932’deilk Türk Dil Kongresi, bizzat M. Kemal’in huzurunda dolmabahçe Saray’ında toplandı. kurumun ana görevi Türk dilinin sadeleştirilmesi ve arılaştırılması idi. fikir yeni değildi; fakat reformun kapsamı, çapı ve tarzı cidden yeniydi;çünkü daha önceki öncülerden hiçbiri, hükümet desteği ile giriştiği kadar köklü bir reformu hiçbir zaman aklından geçirmemişti.
Dil reformu konusunda ilk şuurlu ve olumlu adımı 1911’den itibaren Selanik’te çıkmaya başlayan Genç Kalemlerin yazarları Ali Canip, Ömer Seyfettin ve Ziya Gök alp atmışlardır. gerçekçi ve ilmi görüşle hazırlanan sadeleştirme programına göre Türkçe’si bulunan Arapça-Farsça kelimelerle, Arap-Fars gramerleri kurallarına göre yapılmış çokluk şekilleri, terkipler ve Arapça-Farsça edatlar artık kullanılmayacaktı. Bu akım 1932′ de başlatılan “Dil İnkılabı” ile yeni evreye yönelmiş ve milli bir dil politikasına dönüştürülmüştür. Bunu daha köklü bir adım izledi. Bizzat Arapça ve Farsça sözcüklere hücum bin yılı aşkın bir süre Türkler O. Doğuda ortak İslam uygarlığını paylaşan bir müslüman budun olmuştu. Arapça ve Farsça onların klasik dilleri olmuş ve onların dillerine çap ve muhteva bakımından İngilizce’ye Yunan, Latin ve Romalı unsurların yaptığı katkıyı yapmıştı. ilk dil reformcuları, yabancı terkipleri ve nadir kullanılan âlimane veya arkaik sözcükleri atmakla yetinmişlerdi. Dil kurumunun radikalleri günlük konuşulan Türkçe’nin temel sözlüğünde temel bir yeri olan sözcüklere bile, salt Arapça ve Farsça olmaları dolayısıyla karşı idiler. kurum, bir yandan atılmaya mahkum ettiği yabancı sözcüklerin dizinini hazırlayıp yayınladı; öte yandan araştırma grupları bunların yerine konmak üzere çeşitli ağızlardan, diğer Türk lehçelerinden ve eski metinlerden arı Türkçe sözcükleri derledi ve inceledi. uygun sözcükler bulunamadığı, diriltilemediği ve ithal edilemediği zaman yenileri uyduruldu.
sözcük üzerindeki bu planlı mübadele, 1933-34’te genel laiklik ve batılılaşma hareketiyle aynı zamana rastlayınca, en yüksek noktasına erişmiş. Son Osmanlı üslubunun süs laf kalabalığında bazı budamalar muhakkak ki zorunluydu; Arapça ve Farsça ‘dan alınmış tüm cümlelerin ve deyimlerin kullanılması, artık Babı-ı ali katiplerinin ve divan edebiyatçılarının bir oyuncağı değil, fakat kültürlü modern ve ilerleyen bir ulusun haberleşme aracı olan bir dilde şüphesiz devam edemezdi. reform gerekliydi, fakat yapılan reformların akıllıcılığında ve başarısında herkes aynı görüşte değildi.
1935’te yeni bir direktif verildi. yeni sözcüklerin uydurulup zorla kullandırılması durduruldu; alışkın olunan ve vazgeçilmez birçok Arapça ve Farsça sözcüğün daha bir süre kalmasına ve millileşmesine izin verildi. bu gerilemeye teorik bir haklılık sağlamak için “dilimizde kullanılan ve şimdiye kadar yabancı dillerden alındığı sanılan birçok sözcükler başlangıçta bu dillere Türkçe’den geçmişti”doktrini ilan edildi. diğer bir deyimle, yabancı bir sözcüğe Türkçe bir karşılık bulmanın elverişsiz olduğu yerde onu bir Türkçe etimolojiye bağlamakla iş bitecekti Böyle bir teorileştirme ve ona yardımcı olarak ortaya atılan diğer bazı şüpheli doktrinler, Dil Kurumunun iç çevresi dışında fazla bir destek görmedi ve bir süre sonra bunların unutulmaya terk edilmesine göz yumuldu. fakat arızi gerilemelere rağmen, reform devam etti ve Ocak 1945’te bizzat Türk Anayasası “arı”Türkçe’ye çevrildiği zaman nihai sembolik zaferini kazandı. Bu arılaştırmacıların son zaferiydi. Artık m. Kemal’in kuvvetli elinin desteğinden yoksun olduğundan bunu dilin yoksullaştırılması ve bozulması olarak gören öğretmenlerin,yazarların, gazetecilerin ve bilim adamlarının gittikçe yükselen bir eleştiri dalgasıyla karlaştı. Dil Kurumu, Aralık 1949’da 6.’ncı kongresinde belirli bir şekilde daha ılımlı bir durum aldı ve kendisine daha az politik ve daha çok bilimsel bir niteliğe vermeğe çalıştı. Bunu izleyen çalışmasında arılaştırma fikrini tüm terk etmemekle beraber çok daha büyük ölçüde sadeleştirme ile ilgilendi. sonunda Aralık 1952’de T. B. M. M’ i ezici bir çoğunlukla “arı Türkçe “anayasadan vazgeçerek tekrar 1924 metnini ilan etti. O zaman hem 1924 metninin arkaizmden hem de 1945 çevirisinin suniliğinden kaçınarak gerçekten ülkenin yaşayan dilinde yazılacak 3. bir metnin hazırlanması fikride söz konusu oldu. Parlemento’nun dil bilimi tartışmalarının yeri olmadığına anayasanın da üslup denemeleri için uygun bir metin olmadığına karar verildi.
Türk Dil Kurumunun çalışmalarıyla yazı dilini konuşma diline yaklaştırmıştır. Bütün ülkelerde yazı ve konuşma dilleri arasında doku, üslup ve bir dereceye kadar gramer ve sözlük farkları olan bir ayrılık vardır. Osmanlı Türkiye’sinde bunlar iki farklı dildi ve okuryazar olmayan bir adam normal bir yazılı metni, kendisine yüksek sesle okunduğu zaman bile anlamayı umut edemezdi. Yeni Türkiye’de bu fark kapanmıştır. Kitapların, gazetelerin ve hükümet belgelerinin dili konuşulan dilin aynıdır.